Amerika Birleşik Devletleri denilince ilk akla gelen ve çoğu kişinin başkent sandığı New York üç ay boyunca soluk aldığım bu kıtadaki son istasyonum olacak. İzmir’e gerçekleştireceğim yaklaşık 12 saatlik aktarmalı uçuş öncesi son üç günümü New York’u tanımaya, gezmeye ve dolaşmaya ayırıyorum.
Dünyanın en büyük metropollerinden biri olan New York kendi adını taşıyan eyaletin ve ABD’nin en kalabalık şehri. 20 milyona yaklaşan nüfusu ile hemen hemen her milletten barındırdığı kalabalıklarıyla turizm, finans, politika, ticaret gibi farklı alanlarda liderlik yapıyor tüm dünyaya. 1615 yılında Hollandalılar tarafından Yeni Amsterdam olarak kurulan şehir 1664 yılında Birleşik Krallık tarafından Yeni York anlamına gelen New York ismiyle anılmaya başladı. Amerika yerlilerinin yönetimindeyken 5 bin gibi seyrek bir nüfusa sahip olan ada bin dolar gibi komik bir rakamla satın alındıktan sonra Kuzey Amerika’nın en önemli merkezlerinden biri haline geldi.
***
İnsan deviniminden dolayı boş otel bulabilmek için günler öncesinden rezervasyon yaptırmak gerekiyor. New York merkezindeki otellerin birçoğu kötü şartlarına rağmen gecelik fiyat değerlendirmesinde tavan yapmış durumdalar. Bu yüzden şehre çok uzak sayılmayan yakın merkezlerde çok daha iyi şartlarda, düşük fiyatlara otel bulmak mümkün. Biz tercihimizi New Jersey yönünde yapıyoruz. Tanınmış otel zincirlerinden birinin New Jersey Havalimanı yanındaki şubesi dönüşümüz açısından da bizi rahatlatacak düzeyde.
Yoğun trafik ve büyük çoğunluğun öncelikli olarak İspanyolca konuşması sebebiyle yorabiliyor ilk günde insanı. Gökdelenli siluetiyle aklımızın bir ucunda yer eden bu şehri gezmek için yürümekten ziyade ya şehir turu yapan otobüsleri ya da kanallardan çok daha rahat gözlem yapacağınız turistik tekneleri tercih edebilirsiniz.
Biz ilk soluğumuzu Times Meydanı’nda alıyoruz. Taksileriyle, ışıklı dev reklam panolu binaları, gökdelenleri ve turistik cazibesiyle bu meydan mutlaka görülmesi gereken köşelerden. Adım başı Türklere rastladığımız meydan çevresinde pahalı fiyatlarla satış yapan onca hediyelik eşya mağazası var.
Times Meydanı dolaylarında yürüyüş ve ayaküstü yenilen birkaç lokmanın ardından kanalların içinde kalan ve büyük elma olarak anılan şehri dışarıdan gözlemlemek üzere 3 saatlik bir tekne gezisine katılıyoruz.
Havanın güzelliği ile beraber teknenin üst katındaki sandalyeleri yağmalarcasına yer kapmaya çalışan turistlerle beraber panoramik şehir turumuz başlıyor. Pier 76’dan Özgürlük Heykeli’ne doğru adım adım ilerlerken gökdelenlerle çevrili adaya doya doya bakıyoruz. Sağımızda kalan New Jersey ile solumuzdaki New York birbirlerine tüneller ve köprülerle bağlı. Her gün akın akın New York’a çalışmaya gelen New Jerseyliler’in kent trafiğine katkıları sanıldığından da çok. 1927 yılında faaliyete açılan ve New Jersey ile New York arasında önemli bir ulaşım işlevine sahip Hollanda Tüneli’nin her iki yakadaki deniz kıyısında yer alan liman görünümünün tam ortasından geçerken tarihe tanıklık ediyoruz.
Özgürlük Anıtı
Liberty Adası’nda bulunan Özgürlük Anıtı hiç kuşkusuz dünyanın en çok tanınan heykellerinden biri. Bulunduğumuz teknede yer alan turistler gibi bizler de anıta yaklaştıkça heyecanlanmaya başlıyoruz. Ayrıca bu anıtın yapılmasında Osmanlı Devleti’nin payı olduğunu öğrendiğimizde biraz daha şaşırıyoruz. Osmanlı Devleti Süveyş Kanalı girişine koymak üzere Fransız heykeltıraşa sipariş ettirdiği bu heykelin ücretini peşin olarak ödedikten sonra Mısır’da karışıklık çıkmasın diyerek dikmekten vazgeçmiş. Fransız heykeltıraş tamamladığı heykeli depoya kaldırdıktan sonra Fransa Devleti’nin ABD’ye kuruluşunun 100.yılında hediye edecek bir tasarım istemesi üzerine üzerinde değişiklik yapılarak ABD’ye götürülmüş.
Dünyanın birçok bölgesinde kopyaları bulunan anıt UNESCO miras listesindeki yerini koruyor. ABD deyince ilk akla gelenlerden biri olan Özgürlük Heykeli’ni bulunduğu adaya çıkarak çok daha yakından ziyaret etmek mümkün. Biz uzaktan bakmayı tercih ediyoruz.
Gotik tarzda inşa edilen Brooklyn Köprüsü yine New York için anıt sayılan yapılardan biri. Brooklyn ile Manhattan’ı birbirine bağlayan köprü 1883 yılında hizmete girdiği dönemde en geniş asma köprü olma unvanına da sahipmiş.
Brooklyn tarafındaki sanayi tesisleri, Yankee Stadyumu gibi yapıların yanından süzülerek New York’u çevreleyen dev yapıları izleye izleye ada etrafında dönüyoruz. Uzaklardan tabelasını gördüğümüz Türk Kültür Merkezi gülümsetirken New York ve çevresi baştan beri ilgimi çekmemeyi gerçekten hak ediyormuş diye düşünmeye başladım. New York ABD’ye geldiğimde zorunlu bir uğrak noktası olarak sadece listeden silmek üzerine gezmeye başladığım bir yer olarak kaldı bende. Toplamda bir gün gibi kısa bir sürede başlıca noktaları gezilerek, anılara kazınarak listenizden çıkarabilir. Etraflıca abartanlara kulaklarınızı kesinlikle tıkamanız gerekli. Öyle harika, muhteşem gibi abartmalara sakın kanmayın. Evsizler, çöpler, pislik içindeki sokaklar, pahalı yaşamı ve güvenlik sorunlarıyla sadece bir günlük gezi durağı olmayı hak ediyor benim gözümde.
Sprey boyalarla tahrip edilmiş kanallar arasında güneşin altında kavrulmaya başladığımızda içimiz geçiyor yavaş yavaş. Başladığımız yere döndükten sonra biraz soluklanmak üzere Bryant Park’a gidiyoruz. Kentin tam ortasında gökdelenlerin arasında bir nefes alma mekanı olarak tasarlanan parkta şansımıza bir Güz Festivali düzenleniyormuş. Müziğin ritmiyle beraber insanları gözlemleyerek dinleniyoruz.
New York Halk Kütüphanesi’nin merdivenlerinden sokaklara taşan kitap okuyan insanlar ise görülmeye değer. New York kalabalığı, trafiği, sorun yumağı yaşamıyla abartıların gölgesinde dev gökdelenlerin merkezi… Eğer ille de göreceğim derseniz görün ama çok daha güzel yerler varken listenizde burayı son sıralara koyun derim ben…