Tahran gezimin sokakları arşınlayacağım ilk gününün sabahına üşüyerek uyanıyorum. Dışarıda 35 ile 40 derece arasında gidip gelen sıcak ve kuru havaya rağmen oteldeki klimalar inanılmaz soğutuyor.
Hasta olurum endişesiyle battaniyelere sarılarak uyuduktan sonra yeni gün birkaç hedef doğrultusunda görmek istediğim noktalara götürecek beni.
Yeme-içme kültürü açısından Türkiye’ye fazlasıyla benzeyen İran’da kahvaltılıklar da bizim mutfağımızla eşdeğer. En büyük fark ise Türkiye’de de Güneydoğu’da sıkça tüketilen yufka ekmeğin İran’da temel tüketim maddesi olması. Klasik bildiğimiz ekmek yerine İranlılar yufkaya benzeyen ekmeklerinin içine peynir, patates gibi aperatifleri doldurup elleriyle dürüm şeklinde tüketiyor.
Tatlıdan vazgeçemeyen İranlıların aşırı şekerli reçelleri ve tatlıları da kahvaltı dahil olmak üzere tüm öğünlerde yer alıyor. Bizde soğuk su dolaplarında yer alan renkli içecekler de ilgi görüyor. Ananas, limon, portakal, vişne gibi seçeneklerle insanlar içeceklerini kahvaltılıkları ile yudumluyor.
Demleme çay ise türlü aromatik katkıyla bizlerin “kaçak” dediği formatta. Demli çaya alışkın olmayanlar çaya bulaşmamalı.
Salatalık, domates, zeytin gibi hafif gıdalarla kahvaltıyı geçirdikten sonra sokağa çıkma vakti geliyor.
Dünyada Amerika Birleşik Devletleri ve İsrail büyükelçiliklerinin olmadığı, fast-food zincirleri ile kravatın aynı anda giremediği bir başka ülke yok herhalde.
200 yıllık geçmişi olan ve Elburz Dağları’na yaslanan Tahran, çevresiyle birlikte 21 milyonu aşan nüfusun gölgesinde İran’ın başkenti ve en büyük şehri. Farsça sıcak yer anlamına gelen ve İranlıların “Tehran” dediği Tahran’da bir türlü çözülemeyen trafik sorununa maalesef kimse çare bulmayı başaramamış.
İslam Devrimi mücadelesine önderlik eden Tahran’da otelden çıkar çıkmaz kendimi İmam Humeyni Meydanı’nda buluyorum.
İran’da Muhammed Rıza Pehlevi rejimine son verip İslam Cumhuriyetini kuran ve devrimden sonraki tüm dini yetkileri elinde tutan Şiî Lider Humeyni, ölümüne kadar ülkede devrimin rehberliğini de yapmış. İran’da birçok meydan, cadde ve tesise ismi verilen İmam Humeyni’nin başkentte bulunan meydanından karşıdan karşıya geçme girişiminde başarısız oluyorum.
Sözde çizgilerle belirtmiş yaya geçidi üzerinden iki yöne de akan trafiğin ortasında kalırken sağdan ve soldan gelen otomobillerle motosikletler nedeniyle ezilme tehlikesi geçiriyorum.
Bir süre yolun kıyısında bekleyerek insanların karşıdan karşıya geçişini izleyip kendimce taktikler yaratıyorum. Türkiye’de yaya geçitlerinde durmayan araçlardan şikayet edenlere, Türkiye’den daha kötüsü de varmış dedirtiyor Tahran.
Yaya geçidi olsun olmasın yayalar yolun karşısına geçmek için trafiğin ortasına dalarken, hızla geçen araçlar yayalara göre konumlanarak hızlarını azaltmıyor. Korna gürültüleriyle büyük bir şehirde yeni yaşamaya başlayan köylü misali karşıdan karşıya geçmeyi başarınca sevinçten havalara uçuyorum.
Ülkenin istihbarat ve telekom sistemlerinin yer aldığı İmam Humeyni Meydanı’ndan sora sora Kapalı Çarşı’ya yönlendiriyorum kendimi.
İran’a gelmeden önce İran’da İngilizce bilen yoktur diyenlere inat hemen hemen kime sorsam İngilizce bilene rastlıyorum.
Trafikteki araç yoğunluğuna karşı insanların ulaşımında rahatlık sağlamayı amaçlayan taksi motosikletlerin kalabalığında bulduğum ilk delikten içeri giriyorum.
“Yol beni nereye götürürse oraya giderim” anlayışıyla kapalı çarşının koridorlarından geniş ferah bir meydana çıkıyorum. Daha sonradan isminin Şah Cami olduğunu öğrendiğim caminin karşısında oturup çevreyi izlerken hoparlörlerden gelen vaaz sesine kapılıyorum.
Günde 3 defa okunan ezanıyla İran, İslam dünyasında Şiiliğin en büyük temsilcisi konumunda.
Hicri takvimi kullanan ülkede perşembe ve cuma günleri resmi tatil. Tahran’da cuma namazlarının kılınmasına yalnızca Tahran Üniversitesi kampüsü içerisindeki camide izin veriliyormuş. Öte yandan Türkiye’deki gibi her köşe başında gecekonduyu andıran bir camiye de rastlanmıyor. Özellikle yeni yapılan camilerde minare bizlerdeki gibi göğü delmiyor. Birçok camide minare yok bile.
Çarşıya dolaşmaya gelen ve sokaklarda sosyalleşen insanlar camilerin avlularındaki gölgelerde sohbet ediyor.
Şah Cami’nin avlusunda temkinli biçimde fotoğraf çektikten sonra kendimi yeniden kapalı çarşıya atıyorum.
Bazar-ı Bozurg adıyla anılan Kapalı Çarşı İran kültürüne tanıklık etmek isteyen herkesin uğraması gereken bir nokta. 10 kilometre uzunluğundaki koridorlarında her bir koridorun açıldığı şadırvanlı avluda dinlenme imkanı bulunabilirken, baharattan sebzeye, kırtasiyeden kuyuma bir evin akla gelebilecek tüm ihtiyaçlarına Kapalı Çarşı’da ulaşmak mümkün.
Tüm İran perakende sektörünün üçte birlik bölümünün alışverişinin gerçekleştiği Kapalı Çarşı’da yerler toz kalkmaması için sık sık ıslatılıyor. Kalabalıktan arasında sağa-sola bakmaya çalışırken çarpıştığım insanlar nedeniyle giderken sağa dönerken sola bakmaya karar veriyorum.
Sokaklarda yürüyen insanlar bir anda kolunuza yapışıp yolu açmaya çalışabiliyor. Birkaç kez başıma gelince ilk sefer yaşadığım tedirginlik ortadan kayboluyor.
Uluslararası ticarete ABD öncülüğündeki ambargo ile kapanan İran’da çok sayıda banka bulunuyor. İçerisinde koyu renk perdeler olan bankaların önünde uzun kuyruklara rastlanıyor. Her türlü engellemeye rağmen kalabalık nüfus ve ticaret potansiyeli bankalara olan ilgiyi artırıyor.
Kadınların ya kara çarşafla ya da çok modern bir görüntüde dolaştığı Kapalı Çarşı’da erkeklerin giyimi gözümden kaçmıyor. Çoğu dükkanda çalışan kaslı, dar kıyafetli erkekler batılı görünümlü kıyafetlerinin altına çorap eşliğinde giydikleri hacı terlikleriyle sınıfta kalıyor. Nedense Tahran genelinde erkeklerde çorapla birlikte terlik giymek çok yaygın.
Takı ve süslenme konusunda kadınlardan geri kalmayan İran erkekleri kolye ve yüzük gibi unsurları ihmal etmiyor. V yaka tişörtlerinden sarkan kolyeleri ve Türkiye’de de son dönemde sıkça rastladığımız fönlü ve yana taralı saçlar erkekler arasında popüler.
Kendine ait bir itfaiye teşkilatı da bulunan Kapalı Çarşı’da kafama göre girdiğim koridorlarda üzerinde Puma, Nike, Adidas yazan don lastiğini de görünce tamam diyorum. Çarşının altını üstüne getirdiğime ikna olduktan sonra yönümü Şehir Parkı’na (Shahr Park) çeviriyorum.
Tahran’ın kalabalığı, sıcak ve kirli havadan kaçmak isteyenlerin en önemli sosyal zaman geçirme noktalarını oluşturan parklar günün her saatinde İranlıların yoğun ilgisiyle karşılaşıyor.
Akşam saatlerinde değişik ışık ve görsel şovların yapıldığı, insanların eğlence mekanlarına gidememesi nedeniyle pikniğe geldiği parklar hayatın tam ortasında yer alıyor.
Bu yüzden kent genelinde yeşil alanlara verilen önem çok büyük. Parkların giriş ve çıkışları ile muhtelif yerlere konumlanan polisler güvenliği ve aile hayatını korumakla yükümlü. Badminton oynamakla meşgul birkaç İranlının arasından geçip genzimi kurutan, kuru sıcağa bırakıyorum kendimi. Yere, göğe baktıkça; Farsça yazıları gördükçe İran’da olduğuma emin oluyorum bir kez daha…