Bir proje uygulamasını gerçekleştirmek için İzmir’in sırtlarına, birçok İzmirli’ nin gitmeye çekindiği Kadifekale, Kadriye, Aziziye ve Duatepe Mahallelerine gittik. Bizi götüren aracın içerisinde altı kişiydik. Herkeste ayrı bir heyecan ve garip bir korku vardı. Çünkü yıllardır bildiğimiz; bu mahallelerde yaşananların iyi olmadığı, İzmir’de duyduğumuz hırsızlık, kapkaç ve buna benzer tüm olayların kaynağının bu bölge olduğu yönündeydi. Ayrıca söylenenlere göre burada yaşayanların birçoğu uyuşturucu işi ile ilgileniyorlardı.
Korkularla beraber daracık dik yokuşları tırmanmaya başladık. İlk durağımız Dumlupınar İlköğretim Okulu idi. Yamaç sırtında sınırlı olan düz alana kurulmuş olan ilköğretim okulunun etrafı yüksek demirlerle ve duvarlarla çevrelenmişti. Okulu aramalarımız sırasında adres sorduğumuz birçok kişi de yaşadığımız talihsizlik ise bana göre çok şaşırtıcıydı soru sorduğumuz kişiler okulu bilmediklerini, okulu bilememenin normal olabileceğini düşünen arkadaşlarımızın en azından üzerinde bulunduğumuz mahallenin adını öğrenme çabalarına karşılık maalesef bu sorumuza da cevap veremediler. Soru sorduğumuz kişilerin ne amaçla mahallede bulunduklarını anlayabilmek gerçekten çok zordu. Sanırım ülkemizdeki göç bu aşamalara kadar gelmişti. Okulu zar zor bulduktan sonra ağzına kadar açık olan kapıdan elimizi kolumuzu sallayarak içeri girdik. Müdürün odasına gelene kadar kimse ne amaçla orada bulunduğumuzu merak etmedi bir soru bile sormadı. Müdürün kapısını çalarak içeri girdik. Müdürle eğitim projemiz hakkında görüşerek, düşüncelerini sorduk. Müdür öncelikle içinde bulunduğumuz semtte kendi öğrencilerinden sadece iki çocuğun evine gittiğini söyleyerek sözlerine başladı. Okulda sekiz senedir görev yaptığını da eklemeyi unutmadı. Bize ikram edilebilecek olan yiyecek ve içeceklere karşı uyararak bu semte kız üniversite öğrencilerin tek başına gönderilmemesini; kız ve erkek üniversite öğrencilerinin beraber gönderilmesi halinde güvenlikleri konusunda güvence veremeyeceğini söyledi. Aynı zamanda çevredeki evlerin yüzde 80’inin tek odadan oluştuğunu ve bu tek oda evlerde ailelerin 6-8 kişi yaşadığını da vurguladı. Amacı ilköğretim öğrencilerine koşulsuz destek olan projenin böyle semtlere gönderilmesi temel hedefimizdi ancak ilk aşamada bu tarz uyarıların gelmesi bizim umutlarımızı köreltmeye yetti. Müdüre teşekkür ettikten sonra bir sonraki durağımız 2.Kadriye Mahallesi Muhtarlığı’na gittik.
Muhtar kırk senedir mahallede yaşadığını ve mahallenin yoğun göç alan bir bölge olduğunu söyleyerek, halkın uyuşturucu ticareti ile geçindiğini eğitim ile ilgili bir projeye destek olacağını düşünmediğini ancak yardım yapılacağı yönünde bir duyuru olursa aynı anda tüm halkın toplanacağını söyledi. Muhtarın söyledikleri bir önce gittiğimiz okul yöneticisiyle aynı doğrultudaydı ve bizi oldukça rahatsız etmişti. Muhtar geçmiş dönemde iki defa bürosuna bomba bırakıldığını ve artık herkesin cebinde bıçakla dolaştığını da ekledi. Bayram öncesi fakirleri sevindirmek için dağıtılan 200 YTL’ lik İzmir Büyükşehir Belediyesi yardımının da yerine ve amacına ulaşmadığına inandığını bizzat kendi gördüklerinden örnek vererek açıkladı. Muhtarın şahit olduğu olay ise belediyenin yardım yapmak için seçtiği sınırlı sayıda ki vatandaşın aldığı yardımlarla esrar alıp bunu işleyerek aldıkları yardım miktarını 5’e, 6’ya katlayıp gelir elde etmeleri. Muhtarın söylemek istediği İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin yaklaşan yerel seçimler öncesinde seçim yatırımı olarak tabir edilen yardımları tehlikeli bir boyutta dağıtmaya devam etmesi. Bunun ileriye yönelik sakıncaları var diyor. Kanımca haklı da muhtar. Muhtarla konuşmamızı bitirdikten sonra Fatih Mehmet İlköğretim Okulu’na gittik. Müdür yardımcısı bayan o kadar tatlı ve iyimser yaklaştı ki; biraz olsun bizi mutlu etti ve umutlandırdı. Kendi okulundaki öğrencilerinden de sorunlu aileler olduğunu ancak seçme bir sistem ile projeye öğrenci dâhil edebileceğini aktardı. Görüşmenin ardından okul koridorlarında dolaşırken üçüncü sınıflardan yoğun bir gürültü geldiğini fark ettik. O sırada kapı açıldı içerden bir genç kız korku dolu bakışlarla dışarıya çıktı. Bir anda ben ve iki arkadaşım kızla göz göze geldik. Kız bize dönerek :
– “Sınıf öğretmeni hastalanmış ben kantinciyim beni sınıfa yolladılar, kontrol edemiyorum. Yardım eder misiniz?” Diye sordu.
Bizler diğer görüşmelerdeki şokları üstümüzden atmamışken, böyle bir şeyle karşılaştığımız için bir kez daha şaşkına uğradık. Hemen sınıfa girdik. İçerde 40-50’ye yakın öğrenci vardı ve havasızlık sınıfa hakimdi. Çocuklar bizleri görünce dikkatlerini bize yönelttiler ve sanki o anda bizi bekliyormuşçasına ağzımızdan çıkacak sözlere odaklandılar. İçerdeki gürültüden dolayı ilk iş olarak sınıfı susturduk. Oyun oynamaya başladık. Adam asmaca oyununu tahtada oluşturduktan sonra çocukların bilebileceğini düşündüğümüz şarkıcıları sormaya başladık. Olumlu bir gelişme gibiydi. En azından gürültü gitmişti ve ilgi bizim üzerimizdeydi. Kantinci de fazlasıyla halinden memnundu. Kantinci öğretmenlerin sık sık rapor aldığını ve bu yüzden çocukların geri kaldığını vurgularken, ben sınıfı izliyordum. Yerlerde kâğıt parçaları ve çöplerle beraber ilgiye aç üçüncü sınıf öğrencileri ışıldayan gözlerle bize bakıyorlardı. Dikkatimi yerdeki kırık midye kabukları çekti. Bu kabukları kim kırıp yere attı diye sorduğumda arka sıralardan bir öğrenci ayağa kalkıp bana doğru:
-“Öğretmenim onlar benim öğlen beslenmemdi, annem koymuş çantama karnım acıkınca yedim. Sonra yere atmıştım, arkadaşlarım ezip kırmışlar”dedi.
Bu sözün ardından tüm olay bitmişti benim zihnimdeki her şey bir süre devre dışı olmuştu. Çocukların yüzümüze bakıp ilgi istemeleri çok doğaldı. Kaldı ki hayatlarının hiçbir döneminde gerek aile, gerek sosyal çevrelerinden ilgi görmeyen bu çocukların geleceği herkesin bahsettiği varoş geleceğinden başkası olamazdı. Ancak parasızlığın ortasında çoğu midye satıcılığı ile geçinen ailelerin çocuklarının ardında Türkiye’deki illet göç belasının olmasının yanı sıra çocuğunun karnı aç kaldığında yüreği yanan bir annenin öyküsü gizliydi.