1781 yılında Meksikalılar tarafından keşfedilen Los Angeles, İspanyolca’da “melekler şehri” anlamına gelen bir tamlamadan almış ismini. Amerika Birleşik Devletleri’nin en kalabalık ikinci şehri olan Los Angeles, Kaliforniya eyaletinin en kalabalık ve en tanınmış şehirlerinden biri.
Çevresindeki petrol kaynakları ile zengin altın ve değerli taş madenlerinin keşfedilmesi, doğal güzellikleri ve çeşitli teşviklerle Amerika’nın en hızlı gelişen kentlerinden biri olmuş buralar. 1920’lerin başında sinema sektörünün Los Angeles ve çevresinde kurulmaya başlaması kentin çehresini bir anda değiştirmiş. Sanat ve eğlencenin dolu dolu yaşandığı; Hollywood, Santa Monica, Beverly Hills, Venice Beach, Malibu Beach ve Marina Del Rey gibi isim yapmış ünlü ilçeler de Los Angeles sınırları içerisinde bulunuyorlar.
***
Kaliforniya’nın en güneyinden San Diego’dan başladığımız yolculuğumuzda Türkiye’nin büyükşehirlerindeki karmaşa ve beton yığınlarına benzer sokaklarıyla bizi karşılayan, Los Angeles ile devam ediyoruz. Dev binaların, gökdelenlerin yer aldığı caddeler tam bir karmaşa merkezi. Sokaklarda yalnız yürümek ise şehir merkezinde cesaret isteyen bir olgu. Şaşkın şaşkın çevreyi seyrederken melekler şehrinin merkezinin çok da turistik bir yer olmadığına karar veriyoruz.
Los Angeles planımızda Hollywood, Beverly Hills ve dünyaca ünlü birkaç alışveriş merkezi var.
The Grove (Koru) Alışveriş Merkezi
Zenginlik belirtilerinin en yüksek olduğu yerlerden biri olan The Grove (Koru) Alışveriş Merkezi Türkiye’deki açıkhava konseptle açılan mağazacılık (Forum gibi) anlayışının bir temsilcisi olarak çıkıyor karşımıza. Birbirinden iddialı markalar, restoranlar, teknoloji devleri yüksek kiralı mağazalarda müthiş tasarımları ve aydınlatmalarıyla dikkat çekiyor.
Yollarda yarı yorgun, yarı bakımsız gezmeye çalışan bizler The Grove’un bu ihtişamlı halini görünce ezile büzüle dolaşmaya devam ediyoruz. Ne de olsa misafiriz ve muhtemelen bir daha bizi kimse göremeyecek buralarda…
Mimari olarak, aydınlatmalarıyla, havuzlarıyla, heykelleriyle her biri ayrı bir sanat harikası olan mağazalara hayran kalmamak mümkün değil. Ciddi bir bütçe ile yapıldığı her halinden belli olan bu mekan su gibi para harcayan Amerikalıların gözdesi olmuş. Birkaç poz fotoğraftan sonra uyarı aldığımız güvenlik görevlilerinin giyimleri bile zenginlik gösterisi.
The Grove’un büyük meydanındaki havuz ve köprüsünden geçtikten sonra karşımıza çıkan heykelciklerin önünde son pozlarımızı alıyoruz görevlilere yakalanmadan. Baş döndürücü mağazalardan birkaçına girdiğimizde bütçe hesaplarımızla uymadığını anlayarak yavaş yavaş dönmeye karar veriyoruz.
Büyük otopark tarafındaki bağımsız restoranlarda ise Türk dostu birkaç satıcı ile sohbet ederek Grove maceramıza son noktayı koyuyoruz. Yorgunluktan ve günlerin verdiği uykusuzluktan ötürü yine arabamızda konaklayacağımız bir yer arayışındayız. Bu yer neden Beverly Hills olmasın diyerek 8-9 mil ötedeki Beverly Hills’e doğru yola çıkıyoruz.
Büyük Beverly Hills meydanının çevresinde tur attıktan sonra Amerikan jet sosyetesinin, dünyaca ünlü oyuncuların ve şarkıcıların malikanelerinin olduğu sokaklara dalıyoruz. Yüksek doğal çitlerle çevrelenmiş bu büyük evlerinin her birinin önünde en az 4 lüks araba park etmiş. Sokaklar sessiz ve evlerden mükemmel ışıklar yansıyor sokaklara…
Arada bir iyi giyimli gençlerle karşılaşıyoruz. Polis merkezinin karşısındaki havuzun arkasında yer alan otoparkı kestiriyoruz gözümüze. Burası hem güvenli, hem sessiz, hem de konforlu bir nokta olabilir bizler için. Şu ömrümüzde “Beverly Hills’te ünlülere metrelerce yakınlıkta arabada sabahladık” demezsek olmaz. Hollywood’a gideceğimiz bir sonraki sabah için dinlenmek gerek. Bizlerdeki dilek alışkanlığının bir benzeri olan havuzlara para atma gösterileri anlaşılan burada da var. Beverly Hills’in tam meydanında yer alan havuzun içi bozuk paralarla dolu. Çok sığ olan bu havuzdan birkaç çeyrekliği de cüzdanımıza “hatıra” olarak koyduktan sonra uyumak için arabaya geçiyoruz.
Hollywood
Navigasyonu yaratana binlerce kez dua etmemizin ardından Beverly Hills’e çok yakında olan dünyaca ünlü sinema yapım merkezi Hollywood’a doğru yola çıkıyoruz. Gözümüzü yeni açmışken kendimizi bir anda Hollywood tepelerine çıkarken buluyoruz. Hollywood’u merak edenlere söylemek lazım, şu sıkça gördüğümüz Hollywood yazılı tepe West Hollywood denilen bir ilçede yer alıyor. Hemen yanında bir barajın olduğu bu tepede sinemaya ilişkin bir merkez ya da stüdyo bulunmazken, bizlerin aklında en çok yer eden bu tepe her gün binlerce turisti ağırlıyor.
Daracık caddelerden tepelere doğru kıvrılırken bir evin yanına arabamızı parkediyoruz. Anlaşılan yol daha yukarı çıkmıyor. Evin yanındaki boşluktan görebildiğimiz kadar tabelalara bakıp, rahat edemediğim üstümü değiştirmek üzere arabaya dönüyorum. Alandan ayrılmadan önce araç girişinin yasak olduğu yere göz gezdirmek amacıyla baktığımda tabelalara çok daha yakından bakabileceğimiz bir toprak yol keşfediyorum. Dere, tepe demeden kısa bir yürüyüşün ardından Los Angeles’ı tepeden seyredebildiğimiz ve arkamıza meşhur Hollywood yazısını aldığımız düzlüğe ulaşıyoruz. Hayatımızda unutmayacağımız bir anı daha oluyor böylece. Yıllarca sinema filmlerinde, televizyonlarda gördüğümüz Hollywood yazısı şu anda arkamızda!
Warner Bros Stüdyoları
Güzel manzarayı izledikten sonra tepenin arkasında yer alan yoldan aşağıya inişe geçiyoruz. Meğer turistlerin uğrak yeri olan izleme noktası asıl buradaymış. Burada da bir yanda Hollywood Barajı diğer yanda meşhur Hollywood tabelası yer alıyor. Birkaç turiste fotoğraf çektikten sonra dünyaca ünlü film stüdyolarının yer aldığı görkemli caddelerde buluyoruz kendimizi. Koskoca, kilometrelerce uzunluktaki caddenin sağında ve solunda yer alan numaralandırılmış Warner Bros Platolarının dikkat çekmemesi mümkün değil. Görebildiğimiz ve sayabildiğimiz 17 farklı kapısı olan bu stüdyolarda her yıl gelir rekortmeni olan birçok film çekiliyormuş.
Travel Town Müzesi (Şehir Seyahat Müzesi)
Hollywood bölgesindeki son duraklarımız Travel Town Müzesi ile Los Angeles Hayvanat Bahçesi olacak.
Zengin yer altı kaynaklarına sahip şehirde 1890’lar ile 1930’lar arasında gerçekleştirilen madencilik faaliyetleri için taşımacılıkta kullanılan lokomotiflerin sergilendiği müze bir hayli tarihi unsur barındırıyor. Özellikle hayvan taşımacılığında kullanılmış eski lokomotif çekerleri, Amerikan kovboy filmlerinden hatırladığımız siyah beyaz kareleri getiriyor aklımıza.
Yolcu trenleri buharlı lokomotifler, demiryolu tamir vinçleri ziyaretçilerini beklerken birçok film ve dizide demiryolu ve tren ihtiyacı olan sahneler bu müzede çekiliyormuş. Six Feet Under adlı televizyon dizisinin “Coming ve Going” adlı bölümü de burada çekilmiş.
Şehir Seyahat Müzesi’nin ardından Los Angeles Hayvanat Bahçesi’ni dışarıdan gördükten sonra yola çıkma vaktimiz geliyor tekrardan…