Bir Mikrodalga Hikayesi

0
679

Ailenin yanında yaşamanın verdiği rahatlıkla anneye yıkatılan çamaşırlar günlük hayatın hiçbir anında zamanından çalmıyor insanın. Renkliyi, beyazı ayırmak; tişörtleri ters çevirmek, makineye yumuşatıcı, deterjan koymak, uygun ısıyı ayarlamak, en önemlisi ütü yapmak… Annelerin sorumluluklarından olan çamaşır yıkamak her aşamasıyla ciddi anlamda bir dert. İnsan bu derdi evinden uzak bir yerde, annesiz yaşamak zorunda kaldığında fark ediyor. Durum böyle olunca anneler bir kez daha anılıyor her çamaşır seferinde.

Amerika’ya geldim geleli şu çamaşır işini kendi kendime halletmeye çalışıyorum. Allahtan bozuk paralarla çalışan makineler varda; çoğu kez elde yıkama gibi bir olayla karşılaşmıyorum. Ancak zaman zaman acil bir ihtiyaç anında bir çamaşıra ya da ayakkabıya ihtiyaç duyduğumda parça parça elde yıkadığım oluyor çamaşırları.

Geçtiğimiz günlerden bir gün beyaz rengini, daha giydiğim ilk dakikadan itibaren garip tortulu, yemek artıklı bir renge teslim eden ayakkabılarımı yıkamak zorunda kaldım. İşte giydiğim bu ayakkabılar iş yerinde mütemadiyen yaptığım yemeklerin çeşitli şekillerde sıçraması, dökülmesi gibi sebeplerle ayakkabılarımın üzerinde değişik bir desenin varlığına sebep oldu. Ayakkabının bu değişik rengi beni fazlasıyla rahatsız etti.

Kaldı ki normal şartlarda bu kadar bakımsız olmayı kendine yediremeyen bizler, iş yerinin havasından mıdır nedir kendimizi resmen koyuverdik gitti. İş yerinde suratsız, bakımsız, saçı başı dağınık olan topluluklar, iş yerinden çıkmamızla beraber bambaşka bir havaya bürünerek adeta yepyeni kimliklere geçiş yapıyoruz.-

IMG_5590

Ayakkabımı daha önce bir kez çamaşır makinesinde yıkadığımdan, ayakkabının dağılma ihtimalini ve sonrasında yeni bir ayakkabı alma ihtimalini de göz önüne getirerek bu kez ayakkabılarımı elde yıkamaya karar verdim. Bunun için en uygun yer, zaman zaman da tek tek çamaşırlarımızı yıkadığımız lavabomuzdu. Önce lavaboyu genel olarak sıcak suyla yıkadıktan sonra ayakkabıları lavaboya atarak toz çamaşır deterjanı ile ovalamaya başladım. Sıcak su ile deterjanın bir araya gelmesi ile beraber ayakkabının üzerindeki kirli tabaka yavaşça açılarak simsiyah bir su meydana getirdi. İlk siyah suyu akıttıktan sonra yeni bir sıcak su-deterjan karışımı hazırlayarak içine çok az da çamaşır suyu ekleyerek ayakkabıları suyun içinde dinlenmeye bıraktım. Bu kuzenim Ezgi’ye göre “suya bastırmak” eylemiydi. Suya bastırdığım ayakkabılarımı ertesi gün işimin olmaması sebebiyle gönül rahatlığı ile lavaboda bıraktım.

Bir sonraki gün ayakkabıları lavabodan alma vakti gelmişti. O iğrenç rengin büyük bir bölümünü üzerinden atan ayakkabılarımı odama alarak kurutma amacıyla yere bırakarak yeni gün gideceğim işimi de düşünerek uykuya daldım. Ne de olsa bu ayakkabılar bir gün içinde kurur, bende temiz ayakkabılarımla işe gidebilirdim.

IMG_5603

7.48 otobüsüne yetişerek işe gideceğim sabah büyük bir heyecanla ayakkabılarımı elime aldım. Otobüs için zamanım daralıyor bir an önce evden çıkmam gerekiyordu. Ancak yolunda gitmeyen bir şeyler vardı. En önemli aksesuarım olan ayakkabılarım ıslaktı ve onları o halde giyerek 12 saat sürecek iş maratonumda sürekli olarak ayakta duramazdım. Ne yapacağımı bilmeyerek bir süre evin içinde dolandım. Önce ayakkabıları yeni yeni doğmaya başlayan güneş ışığına maruz bırakmak için balkona koymayı düşündüm ancak bu güneş ışığı sırılsıklam olan ayakkabıları ne derece kurutabilirdi; ayrıca otobüse binme vakti gitgide yaklaşıyordu.

Bir anda kafamın üzerinde şimşekler çaktı. Evdeki tüm arkadaşlarımın bu saatte uyuyor olması ve benim hemen hemen her gün aynı sıkıcı ortamda işe gidiyor olmamın da yarattığı psikolojiden mi kaynaklanıyor, anlayamasam da aklıma dahihane bir fikir geldi. Ayakkabıları en iyi kurutma metodu evimizde her türlü işimizi çabucak halleden mikrodalga fırından başkası olamazdı. Uzaktan mikrodalga fırına bakarak usulca yaklaştım. Fırının içini açıp şöyle bir süzdüm. Fırının içinin kirli olması yeni yıkanmış ayakkabılarıma zarar verebilirdi, bu yüzden bir tabak alarak bir çift ayakkabıyı tabağa özenle yerleştirdim ve fırını 30 saniyeye ayarlayarak çalıştırdım. Bir yandan fırının camından ayakkabılarımın dönüşü izliyor bir yandan az kalan zamanı gözlüyordum. 30 saniyenin ardından ayakkabıları çıkarıp şöyle bir yokladığımda ayakkabıların kurumadığını anladım. Belki biraz daha zamana ihtiyaç vardı. Bu kez ayakkabılar için ısıtma süresi 1 dakikaydı. 1 dakikanın ardından ayakkabılarda kalan hafif nemli yapı da beni rahatsız edince, son olarak verdiğim 30 saniye sonunda ısıtılmış sıcacık temiz ayakkabılarımla işe gidebilirdim. Isınan ayaklarım ve temiz ayakkabılarımla gelen özgüvenle otobüse binerek işimin yolunu tuttum.

***

Şu Amerikalıların her yemeklerini mikrodalgaya endekslemelerini bir türlü anlayamazdım; demek ki acil anlarda mikrodalga fırınlar hayatımızın her alanında bize yardımcı olabiliyorlarmış.

 

 

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz