Eminönü’nde yürümeyi bilmeyen kalabalıklar. Yol ortasında iki kişi karşılıklı geçemeyecek gibi olunca bir sağ, bir sol hamle yapar daha sonra da kısa süreli dururlar. Kilitlenme noktasında ter basar insanı, sinir bozucu bir durum.
Lanet okuya okuya iskelenin önündeyim. Güne kötü başladık!
İstanbul’un vapurları da devasa ve oturacak yer bulamamak çok doğal İstanbullular için. Ben ise vapurda oturacak yer bulamamayı şaşkınlıkla karşılıyorum.
Rotamızda Beylerbeyi var. Üsküdar’a vapurla geçtikten sonra otobüsle Çengelköy taraflarına gideceğiz.
Her yer insan kaynıyor. Deniz havasını iyice çektikten sonra Üsküdar İskelesi’ne geliyoruz. Otobüs peronlarının oradan uygun otobüsü beklemeye koyuluyoruz. Her yerde genç, renkli cıvıl cıvıl başörtülü kızlar. Tezat bir görüntü sergiliyorlar. Geziye geldiklerini düşünüyorum. Bu kadar fazla ve bir arada olamazlar çünkü. Daha sonra bir yurtta kalan öğrencilerin gezi amacıyla burada bulundukları anlaşılıyor.
İETT otobüsüne atlayıp Beylerbeyi’nde iniyoruz. Boğazın muhteşem görüntüleri arasında tırmanmaya başlıyoruz yokuşu. Dizilerin ve filmlerin çekildiği mekânlar, köyler, ilçeler ne kadar ilgi görüyor biliyorsunuz. Daha önceden adı duyulmamış birçok yerleşim yeri bir diziyle can bulabiliyor ülkemizde.
Cumalıkızık, Nevşehir gibi örnekleri gördük hep beraber. Benim gibi Yaprak Dökümü ya da Çemberimde Gül Oya’yı takip edenler ise birçok dizi ve filme ev sahipliği yapan tarihi konağı görmeden edemezler.
İstanbullu arkadaşlarım olmasa hayatta bulamazdım konağı. Sağa baktığımızda gördüğümüz boğaz köprüsü bir adım ötemizdeyken; solumuzda ise televizyon ekranlarında her odasını ezbere bildiğimiz tarihi konak vardı.
Yeşillikler içinde bahçesi ve eskiyen ahşap dış cephesi ile fazla heybetli görünmüyordu. Ali Rıza Bey’i, Hayriye Hanım’ı çocukları düşündüm. Her biri buralarda kaç defa dolaştılar, neler yaşadılar?
Giriş kapısının karşısına geçip duvara yaslandım, sokağı izlemeye koyuldum. Konak yüksek duvarlarla çevrilmiş, oldukça korunaklı bir görüntüde.
Konağın giriş kapısının karşısında da ev filan yok. Direkt boğaz manzaralı. Dizide gösterilen Nehir Hanım’ın evi bir dizi kurgusu anlaşılan. Pencereden baktığında konağı görüyordu. Öyle bir bakış açısı yakalanamayacak durumda.
Dizi görüntülerine doyduktan sonra tırmandığımız yokuştan aşağıya inerek bir başka diziye ev sahipliği yapan Çengelköy’e yol alıyoruz.
Yol üzerinde Yaprak Dökümü’nden Leyla’nın gelin gittiği mor boyalı iki katlı eve rastlıyoruz. Perihan Savaş’ın engelli bir çocuğunun olduğu bir dizi vardı. O dizi de bu evde çekilmişti.
Az sonra Çengelköy sokaklarındayız.
Eczanesiyle fırınıyla her şey yıllar geçmesine rağmen aklımıza işlemiş. Dizilerin büyük etkisi vardı eskiden üzerimizde. Süper Baba’lı günler efsaneydi.
Bir adet simit alıp kemirmeye başlıyorum. Karnım acıktı dolaşmaktan. Çınaraltı olarak bilinen ve Süper Baba dizisinin kahvesinin bulunduğu yere geliyoruz. Boğazın kıyısında herkes bir şeyler yiyip içiyor. Manzara yine doyumsuz.
Doymayan bir başka şey de midem. Bir simit daha alıyorum. Atıştırmaya devam.
Altın gününü sahile taşıyan teyzelerin arasından boş bulduğumuz bir masaya geçmeye çalışıyoruz. Teyzeler arasından geçmekte zorlanıyoruz. Yardımcı olmayı düşünmüyorlar bile anlatımlarının derinliğinden.
Bacak bacak üstüne atıp izlemeye koyuluyorum boğazı. Fotoğraf makinemi çıkartıp birkaç kare de almadan olmaz tabi.
Sandallarla, vapurlarla yoğun bir deniz trafiği var. Havanın güzelliği, güneşin yansımaları denizi pırıl pırıl gösteriyor.
Yavaş yavaş dönme vakti yaklaşırken Çengelköy pazarının kurulduğunu fark edince kendimizi pazaryerinin içinde buluveriyoruz.
İzmir’le kıyaslama yapınca fiyatlar pek makul görünmüyorlar ama yine de idare eder.
İstanbul, Avrupa’sının Asya’sının her birinde birbirinden bağımsız muhteşem görüntüler denemeye değer.