Kim bilir kaç defa martılardan büyülendik, onları vapurlardan simitlerle besledik? Peki ya hem martılardan hem de fok balıklarından büyüleneceğiniz bir yer desem… İşte burası Foça, martılarla fok balıklarının raks ettiği cennet… İzmir’den karayoluyla fazla zamanınızı almadan en fazla bir saatte ulaşabileceğiniz ve hatta son zamanlarda hizmete giren tarifeli vapur seferlerini de kullanarak kolaylıkla gidebileceğiniz bu cennet köşesi şirin mi şirin belde inanın sizi ilk ayak bastığınız andan itibaren etkisi altına alacak. Bu öyle sıradan bir etkilenme de olmayacak, aylar ve belki de hatta yıllar boyu etkilerini hala üzerinizde hissedeceksiniz.
Foça’ya gelirken sizi ilk karşılayan birbiri ardına uzanan yel değirmenleridir, adeta selama durmuş gibi bir halleri vardır. Daha sonra tepeden müthiş bir deniz manzarası eşlik eder bu selamlamaya. Büyüleyici bir yere doğru yol aldığınızı size daha ilk baştan hissettirir bu selamlama. Ege denizinden gelen esinti ansızın çekiverir sizi, bir anda yamacında bulursunuz kendinizi. Kıpır kıpır dalgalar gibi olur içiniz, bitmeyen ve asla bitmesini istemeyeceğiniz bir coşku hali alır bedeninizi. Nefesinizi artık çok daha yoğun ve güçlü hissedersiniz.

Foça Hakkında Bilgiler
Foça’ya gidince ilk yapmanız gereken, denizin kokusunu ta en diplerinize kadar çekmek olmalı. Denizin o yoğun kendine özgü kokusundan adeta sarhoş olacaksınız. Gözleriniz denizin parıltısında sürekli kamaşmaktan bitap düşecek, bütün varlığınızla hissedeceksiniz Foça’yı, Foça’da olmayı. Uzakta sevgiliniz varsa bir süreliğine unutacaksınız. Adeta zaman duracak sizin için Foça’da.
Artık tümüyle Foça’ya ait olacaksınız. Kelimenin tam anlamıyla, bundan böyle bütün vücudunuz Foça’ya karışacak, siz de artık Foça’nın bir parçası olacaksınız. Belki fok balıkları ve martılar kadar değil, ama sizi de er geç içine alacaktır Foça. Denize karşı usulca sıralanan kayalıklara oturun ve gözlerinizi yavaşça kapatın, kendinizi denizin huzur veren sesine bırakın, martıların, fok balıklarının karıştığı denizin sesine. Keşkeleri, amaları, dertleri, tasaları unutun, öylece dinleyin denizi.
Kayalıklarda geçen o derin, keyif dolu, ne çabuk geçtiği belli olmayan zamanın ardından, Foça’nın tarihinin önemli bir sembolü olan Foça Kalesini de gördükten sonra, deniz boyunca uzanan, her tarafı ağlarla kaplı balıkçı teknelerinin yanı başındaki balık lokantalarından birine oturun ve tazelikle servis edilen balıkları denize karşı keyifle yiyin.
Gerçekten de bir başka keyiftir Foça’da balık yemek, beldenin kendine özgü otantikliğini adeta tamamlar. Foça’dan dönmeden bir de mutlaka dondurma yemeli, hem de sakızlısından. Tabii bu arada dondurmanızı Foça’nın yaz kış bitmeyen güneşi eritmeden bitirmenizi tavsiye ederim.

Foça’da gezerken, kaçınılmaz olarak dikkatinizi çekeceğini tahmin ettiğim bir diğer güzellik de, Ege’nin mimari dokusunu yansıtan taş evleri. Birbirine bitişik olarak sıralanmış türlü güzellikteki taş evler ve bu evlerin oluşturduğu daracık ama bir o kadar da otantik olan sokaklar insanda adeta bir film setindeymiş hissi uyandırır.
Turizm dışında, ağırlıklı olarak balıkçılık ve tarımdan geçimini sağlayan belde halkı açısından da büyük bir değerdir bu evler. Aynı zamanda Foça birbirinden muhteşem pek çok koya sahiptir. Özellikle Hanedan koyunda denizin keyfini çıkarmadan Foça’yı gördüm demeyin.

Foça’ya dair son durağımız, beldenin bir başka yüzü olan kader mahkumları. Diyeceksiniz ki, bu memleketin her yerinde kader mahkumları var, Foça’nınkiler niye özel olsun ki? Aslında bir bakıma haklısınız, ama çoğu yerden farklı olarak Foça ile bütünleşmiştir buradaki kader mahkumları. Beldenin ekonomisinde küçümsenmeyecek katkıları bulunur.
Onların tel örgüler arasında özenle ve binbir sabırla yetiştirdikleri ürünlerden satın almadan bu şirin beldeyi terketmeyin derim. Emin olun, her yeri ayrı bir anlamlar dünyasını yansıtan bu belde kader mahkumlarının ürettikleri bu ürünler sayesinde daha da ayrı bir anlam kazanmakta. İşte o zaman sizin için de Foça sadece deniz kenarındaki şık balıkçı lokantalarından ibaret olmayacak, bünyesinde yaşattığı farklı toplumsallıkların adeta bir cümbüşü haline gelecek. (Yazar: Özlem Bülbül)