Emniyetin çeşitli kademelerinde yükselen bir grafik çizen eniştemizin sayesinde Türkiye’yi gezme imkânına kavuşuyoruz. Şark hizmeti kavramının yaptırımları ile beraber eniştemin her yeni tayini bizim için yeni bir gezi rotası oluyor.
Yıl 1999.
Bayramın gelişini müjdeleyen bayram namazı kılınırken Gaziantep-Şanlıurfa arasında yapımı süren otoyolda gözlerimi açıyorum. Şanlıurfa’ya az kaldı.
Hayalimde canlandırdığım Şanlıurfa kıraç, ağaç yoksunu ve sarı rengin hâkim olduğu bir şehir. Doğu hakkında klasik anlatımların varlığı ile şehir hakkında canlandırmalar kafamdan geçip gidiyor.
Şehre girişte boynunda poşu sarılı insanlar direksiyona geçmiş araba kullanıyor. Canlandırmalarımda haklı mıyım acaba?
Güç bela Emniyet Müdürlüğü’nün lojmanına ulaşıyoruz. 35 plakalı araç 63’ün yoğun olduğu sokaklarda garip görünüyor.
İnsanlar 35’ten inenlere göz ucuyla bakıyor.
Büyük bir sürpriz ile lojmana girip, yıllardır görmediğimiz akrabalarımızla hasret gideriyoruz.
Şaşkınlıklarını üzerlerinden atamıyorlar. Onlar kadar bizlerde şaşkınız.
Şaşkınlığımızın sebebi ara ara dinlendiğimiz yolu 24 saate yakın bir süre ile aşmaya çalışmamız. Yorgunluğun sonunda merakla beklediğimiz Şanlıurfa’ya gelmemiz şaşkınlığı bir miktar daha üzerimizde tutacak gibi. Alışmak birden bire olmuyor haliyle.
***
Kısa bir oturmanın ve soluklanmanın ardından gezilip görülecek yerlere bir bir gitmek lazım. Hedefimizde hepimizin merak ettiği Harran ilçesi var.
Harran Şanlıurfa’nın güney ilçelerinden biri. En geniş düzlükleri barındıran ilçe mistik yerleşmeleri ile de çekim merkezi.
44 kilometrelik Harran yolculuğumuz sıkıntılı başlıyor. Havanın sıcaklığı ile yolların bozukluğu birleştiğinde arabanın içerisi dayanılmaz hale bürünüyor.
Yol boyunca yarım santim bile yükselmeyen asfalt hep aynı seviyede devam ediyor. Çevrede bir tek ağaç yok.
Bölgede yaşayan insanlar kan davası ve düşmanlıklardan çok çektiği için ağacı bir korku ürünü olarak bellemişler. Ağaç dikmemek yıllardan beri geleneksel olarak sürüp gidiyormuş. Ağaç varlığı kişilerin güvenliğini tehlikeye sokacak bir unsur olarak kabul ediliyormuş. Düşmanlarınız ağaçlar vasıtası ile sizlere yaklaşır ve ummadığınız bir anda karşınıza çıkabilirmiş. Askeri alanlar ve birkaç resmi kurum arazisi dışında bomboş toprak araziler. Çoğu tuzlanmış kötü bir görüntü ile terk edilmiş izlenimi veriyor. Tarım buraya yaramamış.
Suriye sınırına 11 kilometre kala yolda ayrıma geliyoruz. Düz gidersek iki ülkenin kesiştiği sınıra sola dönersek Harran ilçesine gideceğiz. Sola dönüyoruz.
Çamurdan yapılmış kubbe evlerle bizleri karşılayan ilçeye ilçe demek bin şahit ister. Ege Bölgesi’ndeki köylerden de geri bir görünüme sahip ilçeye girmemizle beraber çoluk çocuk karışık bir kalabalık arabamızı çevreliyor.
Duruma alışkın olan kuzenlerim sakin olun diyor.
Arabadan iner inmez çocuklar bölge hakkında bilgi vermek istediklerini söylüyorlar. Her yaş grubundan çocuğu reddettikten sonra yürümeye başlıyoruz.
***
Dünyanın ilk üniversitesi Harran’da kurulmuş!
Bunu duyduğum an şaşırıyorum. Aslında şaşırmamak gerek. Tarihin bilinen ilk yıllarından yakın tarihimize dek Mezopotamya bölgesinin önemi ve tanık olduklarını hepimiz biliyoruz.
Sadece birkaç parça taş eserin kaldığı üniversitenin kalıntıları arasında dolaşıp fotoğraf çekiliyoruz. Dünyanın ilk üniversitesinin kurulduğu bölgenin günümüzde neden bu kadar geri kaldığını ayrıca sorgulamak lazım.
Geçmişi anmak için Şanlıurfa’da kurulan üniversitenin adını Harran Üniversitesi olarak koymuşlar.
Medeniyetlere ev sahipliği yapan Urfa’daki gezimiz Harran’dan sonra sıcağın etkisiyle sekteye uğruyor. Daha fazla etkilenmemek ve kendimizi kötü hissetmemek için tarihi kalıntıların arasından yürüye yürüye, Harran Ovası’nı terk ediyoruz.
Biraz uzanıp dinlenmek lazım…