Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da türlü kenti dolaştıktan sonra iki arada bir derede Diyarbakır’ı da programıma soktum. Bir dostumun daveti üzerine bir gece konaklayacağım Diyarbakır’a Bingöl üzerinden gittim.
Son derece plansız ve gezi güzergâhımın belirsizliği ile başlayan Diyarbakır seyahatim sevgili arkadaşım Caner sayesinde hızlı ve öz bir Diyarbakır gezisine dönüştü.
Diyarbakır’a Doğru
Bingöl’den Diyarbakır’a ulaşmak 3 saatlik bir yolculuğu gerektiriyor. Normal şartlarda daha kısa sürede ulaşılması gereken mesafe, yolun bakımsızlığı ve kaderine terk edilmişliği sayesinde uzadıkça uzamış.
Diyarbakır kent girişinde, bölge insanının “yarım otobüs” olarak tabir ettiği 27 kişilik midibüsümüz polis tarafından durduruluyor. Midibüsün içindeki yolcular ben de dahil olmak üzere sıcaktan bayılırcasına camlara yapışır vaziyetteyken, bir elinde sigarası olan “kral” polis gelişigüzel bir biçimde içeride gezerek nefret dolu bakışlarla yüzümüze bakıyor.
Onun gözünde hepimiz uyuşturucu kuryesi olmalıyız ki midibüsün çevresinde kokuya duyarlı özel eğitimli köpekler tur attırılıyor. Bir de kimlik sorsalar diye geçiriyorum içimden Allahtan onunla uğraşmıyorlar. Midibüsün özel bölmesinde bulunan soğuk içeceklere dadanıp ne kadar asitli içecek varsa yağmalıyor polisler.
Sanırım bölge halkının polisten ve askerden neden hoşnut olmadığını bir kez daha anladım!
O kadar kaba ve acımasızca davranıyorlar ki karşılarında olanların bir insan olduğunu unutuyorlar. Oysaki doğru düzgün davranarak insanlara bir arama yaptıklarını açıklayabilirler.
Neyse takılmıyorum onlara…
Nihayet Diyarbakır
Kısa bir süre sonra son durağımız olan Diyarbakır’da yol kıyısında duruyoruz. Bundan sonrası şehiriçi servislerle olacak…
Caner’in beni beklediği semt olan Kantar’ın, indiğim yere yakın olması sebebiyle yürümeyi tercih ediyorum. Zaten az ötede Caner ile karşılaşıyoruz.
Diyarbakır beklediğimden çok farklı bir kent. Doğunun Paris’i derlerdi de inanmazdım!
Bu kadar düzenli, bakımlı, çevreye duyarlı bir kent görüntüsü beklemiyordum açıkçası. Batıdan aklımızda canlandırılan imgeler hep farklı oluyor, biliyorsunuz…
Uzun lafın kısası Diyarbakır beni utandırdı ve şaşırttı.
Yüksek ve yeni yapıldığı anlaşılan binalar ile geniş meydanlarla Diyarbakır’ın yeni yüzü olduğunu öğrendiğim bu çevre gerçekten etkileyici. İstanbul ve İzmir gibi şehirlerden hiçbir farkı yok, aksine fazlası var güzellik açısından…
Yol yorgunluğumuzu dinlenerek attıktan sonra az olan vakti en iyi şekilde değerlendirmek açısından Caner ile Diyarbakır şehir merkezine Ofis’e gidiyoruz. Ofis’te bulunan Sanat Sokağı Diyarbakırlı gençlerin buluşma noktasıymış. Gerçekten geldiğimizde anlıyorum ki yan yana dizilmiş onlarca kafe gerek tasarımları, gerek işletme anlayışları ile Türkiye ortalamasının çok üstündeler. İmreniyorum!
Herkes nargilelerini içerek derin bir sohbetle neşeli bir biçimde keyif yapıyor. Sigara yasakları sebebiyle genellikle kafelerin önündeki açık alanlar tercih edilmiş.
Ofisin ana caddelerine oturduğumuz kafeden kalkarak geliyoruz. Caner’in arkadaşı bizi caddeden alıp arabayla şehir turu attıracak. Akşam saatlerinde başka bir arkadaşıma gitmem gerektiğinden turumuz oldukça hızlı olacak.
Çevreyi dikkatli bir biçimde inceleyen ben belediye otobüslerine takılıyorum. Oldum olası yerel ulaşım ve özellikle belediye otobüslerine bir ilgim olmuştur. Otobüslerin büyük bir kısmı İzmirli BMC ve oldukça bakımlılar. Her birinin üstünde belediyenin vatandaşa iletmek istediği mesaj Türkçe ve Kürtçe yer alıyor. Hoşuma gitti. Batıdan baktığımda kentin ve bölgenin büyük çoğunluğunun günlük hayatta bu kadar fazla Kürtçe konuştuğunu kafamda canlandıramıyordum.
Diyarbakır Surları
Arabaya bindikten sonra direkt olarak Diyarbakır Surları’na gittik. Suriçi olarak tabir edilen ve Diyarbakır’ın ilk yerleşim yeri olan eski Diyarbakır, tarihi görüntüsünden çok mezbelelik görüntüsü ile dikkat çekiyor.
Yine de Büyükşehir Belediyesi çevre düzenlemeleri ile söylenene göre eskiye nazaran çeki düzen vermiş kentin bu yönüne. Surların çevresindeki yeşil alanlarda adım atacak yer yok. Çoluk çocuk Diyarbakırlılar sur çevresindeki çimlerde oturmaya çalışıyorlar. Bir yandan da fıskiyeler çimleri değil yürüyüş yollarını suluyor.
Çin Seddi’nden sonra dünyanın ikinci büyük uzunluktaki surlarının üzerine çıkıyoruz. Yapım tarihi kesin olarak bilinmiyor. Surların içerisinde Diyarbakır’ın yıllar yıllar önceki sakinleri yaşıyorlarmış. Kent büyüyünce Yenişehir ismini alan yeni yerleşim yeri kurulmuş, daha sonra da kent günden güne büyümüş.
Surların üzerinde yürürken yükseklik korkumdan dolayı aşağıya pek bakamıyorum. Baktığım zamanda gördüğüm surlara yapışık olarak inşa edilmiş evler oluyor!
Evlerin damları neredeyse surların yarısına kadar ulaşmış vaziyette. Diyarbakır’ın en eski ve çarpık yapıları bu bölgede varlığını sürdürmeye devam ediyor. Diyarbakır’ın çağdaş görüntüsüne uymuyor tabi bu görüntüler…
Gazi Köşkü
Zaman geçirmeden surlara şöyle bir bakıp Gazi Köşkü’ne gidiyoruz.
Atatürk’ün komutan olarak atandığı Diyarbakır’da kaldığı köşk ünlü Diyarbakır karpuzlarının yetiştiği Hevsel Bahçeleri ile Dicle Nehri’ni görüyor. Diyarbakırlılarında sıkça tercih ettiği bir mesire yeri haline gelmiş.
Valiliğin görevlendirdiği bir gişe bekçisi 50 kuruş karşılığında köşkü gezmemiz için bize yolu gösteriyor.
Gazi Köşkü ile ilgili bakım ve tüm sorumluluk İl Özel İdaresi’ne ait…
On Gözlü Köprü
Köşkü de hızlıca tavaf ettikten sonra Dicle Nehri üzerinde yer alan On Gözlü Köprü’ye geliyoruz. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından restorasyon projesi ile hayata döndürülmeye çalışılan köprü ihtişamlı görüntüsünü koruyor.
Mervanoğlu devrinde Diyarbakır hükümdarı NiZamüddevle Nasr tarafından 1065 yılında yaptırıldığı köprünün yazıtında yazan bilgi.
Diyarbakır’a dışarıdan gelenler için görülmesi gereken en önemli yerleri böylece görmüş oluyorum. Bu kez az kalan zamanım sebebiyle arabadan göreceğim Büyük Kervansaray Oteli’ne doğru hareket ediyoruz.
Geçmişte han olarak tüccarlara ev sahipliği yapan kervansaray, günümüzde otel olarak hizmet veriyormuş. Arabayla hiç durmadan devam ediyoruz. Dicle Üniversitesi Kampüsü bizi bekliyor.
Türkiye’nin kampüs alanı olarak üniversiteler arasında en büyükleri arasında gelen Dicle Üniversitesi’nin kampüsüne giriyoruz. Arabayla git git bitmeyen kampüs gerçekten büyükmüş. Fakülteler arasında da muazzam alan boşlukları var. Tatil olmasına rağmen yaz okulu öğrencileri kafelerde…
Üniversite kampüsü turumuz da olabildiğince kısa oluyor ve ben geceyi geçireceğim arkadaşıma doğru yol alıyorum.
***
Kısa ve öz Diyarbakır turumdan akıllarda kalan Diyarbakır’ın bölgede gerçekten farklı bir yer olduğu…
Gidilmeli, görülmeli tabii ki!
Diyarbakirda gguvenilir bir şekilde gezmek istiyorsanız bana ulaşım.
Ben diyarbakirliliyim suricinde doğup büyüdüm ve sanat tarihi bölümü mezunuyum diyarbakir surları ve sur içindeki bütün tarihi mekanları gezip görmek isterseniz diyarbakir mutfagini en iyi yerlerde tatmak isterseniz bana ulasabilirsiniz uygun fiyata rehberlik hizmeti verilir. iletişim:0545 254 51 91 cüneyt aytekin
merhaba, eşimle beraber Ekim ayında Diyarbakır’a gitmeyi düşünüyoruz. Haftasonu. şehir turu konusunda yardımcı olabilirmisiniz?
Merhaba, ben İzmir’de yaşıyorum. Maalesef bu yüzden bu konuda destek olamıyorum.
Sen gelmeye karar ver kardesim ben en güzel şekilde diyarbakirin bütün tarihi yerlerini bunları en güzel şekillerde anlatarak size yardımcı olmaya çalışırım. 0545 254 51 91 bu numaradan ulaşabilirsiniz bana.
cuneyt aytekin sanat tarihçi
Diyarbakirda gguvenilir bir şekilde gezmek istiyorsanız bana ulaşım.
Ben diyarbakirliliyim suricinde doğup büyüdüm ve sanat tarihi bölümü mezunuyum diyarbakir surları ve sur içindeki bütün tarihi mekanları gezip görmek isterseniz diyarbakir mutfagini en iyi yerlerde tatmak isterseniz bana ulaşabilirsiniz. 0545 254 51 91