İstanbul Müzeleri Hakkında Az Bilinen Gerçekler

2
1283

İstanbul kenti kurulduğu MÖ 600’lü yıllardan bugüne 3 imparatorluğa başkentlik yapmış bir şehir. Geçmişte Roma, Bizans ve Osmanlı İmparatorluklarının yönetim merkezi olan İstanbul şehrini iyi tanımak için, müzelerini de bilinçli bir şekilde gezmek gerekiyor. Zira İstanbul’un neden bu kadar köklü bir tarihe sahip olduğunu en iyi yansıtan şeyler tarihi yapıları ve müzeleri.

Bu yazıda İstanbul’un en etkileyici müzelerine, güzel fotoğraflar eşliğinde bir bakış atalım. İstanbul’un müzeleri hakkında az bilinen gerçekler ışığında, bu tarihi eserler hakkında yeteri kadar şey bilip bilmediğimizi gözden geçirelim.

Ayasofya Müzesi

Ayasofya-Muzesi-Istanbul

Ayasofya, öğrencilik yıllarından beri en çok ziyaret ettiğim ve beni en çok etkileyen yapı oldu. Ayasofya’nın 537 yılında inşa edilmiş olduğunu göz önüne alırsak, 1500 yıllık bir tarihi mistik atmosferi ile iyi yansıttığını söyleyebiliriz. Ayasofya Bizans İmparatoru Jüstinyen tarafından, o dönemin Ege topraklarından yetişen iki mimara yaptırılmıştı. Tralles (Aydın) şehrinden Anthemius ve Milet şehrinden Isidoros. Ayasofya deyince eminim herkesin aklında bir şeyler canlanıyordur. O zaman Ayasofya ile ilgili az bilinen birkaç gerçekten bahsedelim:

Ayasofya’nın devşirme sütunları

Ayasofya-Muzesi-Sutunlari

Ayasofya’nın inşasında, mimarlara verilen zaman aralığı dar olduğu için; antik şehirden toplanan bir kısım sütunlar kullanılmıştır. Örneğin Ayasofya’nın merkezindeki sekiz büyük sütunun Efes şehrinden getirildiği rivayet edilmektedir.

Ayasofya’nın depremlere meydan okuması

Ayasofya’nın etrafındaki tüm yapıların yok olmasına rağmen, kendisinin ayakta kalmasının sebebi, mimarların tarihteki depremleri çok iyi inceleyip, yapıyı depremlerde esneyecek şekilde yapmış olmalarıdır. Ayrıca Ayasofya için formülü tam olarak bilinmeyen özel bir harç kullanılmıştır. Ayasofya’nın duvarlarına baktığınızda, harç ile kırılmış kırmızı kiremitlerin iç içe geçtiğini ve özel bir karışım meydana getirdiğini görürsünüz.

Marmara Denizi’nin isminin mermerden gelmesi

Ayasofya’da kullanılan mermerlerin büyük bir kısmı Marmara Denizi’ndeki adalardan getirilmiş. Marmara’nın bu mermer bakımından zengin yapısı nedeniyle, tarihte bu deniz Mermer Denizi anlamında gelen Marmaron denizi denmiş. Ayasofya’nın duvarlarına baktığınızda, mermerlerin ortadan ikiye bölünüp, damarlarının birer dekorasyon unsuru olarak kullanıldığını görürsünüz.

Topkapı Sarayı

Topkapi-Sarayi-Istanbul

Topkapı Sarayı, günümüzde maalesef yeşil alan bulmanın zor olduğu İstanbul’da ferahlık veren bir vaha gibi. Profesyonel bir turist rehberi olarak, doğa ile iç içe yapısı ve manzarası sebebiyle bu tarihi eseri gezdirmeyi özellikle severim. Topkapı Sarayı, İstanbul’un fethini takiben 1461 yılında yapımına başlanan ve 1478 yılında tamamlanan bir eser. Fatih Sultan Mehmet tarafından inşa ettirilmiş ve 25 Osmanlı Padişahı burada yaşamış.

Ayasofya’da olduğu gibi, Topkapı Sarayı’nın da her ziyaretçinin fark etmediği birçok özelliği vardır. Fatih Sultan Mehmet, Kanuni Sultan Süleyman gibi en kudretli padişahların yaşamış olduğu bu yapıyla ilgili birkaç ilgi çekici özellikten bahsedelim.

Topkapı Sarayı’nın Aslında Bir Kışla Olması

Topkapı Sarayı, aslında bir kışla olarak tasarlanmıştır. Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’un fethini takiben Beyazıt’ta bugünkü İstanbul Üniversitesi’nin olduğu yerde kurduğu Eski Saray’ı buraya taşımamış, ailesini tamamen orada bırakmıştır. Önceleri Topkapı Sarayı; padişahın ziyaretçileri kabul ettiği, spor yaptığı, savaşa hazırlandığı ve ofis olarak kullandığı bir yerdir. Ancak Kanuni Sultan Süleyman döneminde, Padişahın büyük bir aşkla bağlı olduğu eşi Hürrem Sultan’ın isteği ile padişahın haremi tamamen Topkapı Sarayı’na taşınır.

Harem Dairesinin Loş ve Küçük Odalardan Oluşması

Son yıllarda televizyon dizilerinin de etkisi ile Topkapı Sarayı’nın Harem Dairesi’ne ziyaretçi akını olmuş ve Harem çokça inanın merakını cezbetmiştir. Ancak Harem, önceden bahsettiğimiz gibi Saraya sonradan taşınan ve adeta iğreti bir şekilde monte edilen bir yapı olduğu için, loş ışıklı dar odalardan oluşan ve ziyaretçide beklenen izlenimi uyandırmayan bir yerdir. Duayen tarihçi İlber Ortaylı; Harem’in bu özelliğini hem sonradan eklenmiş olmasına, hem de herkesin kendine ait oda istemesi nedeniyle odaların bölünüp küçülmesine bağlamaktadır.

Klasik Osmanlı ve Avrupa Mimarisinin İç İçe Geçmesi

Divan-Odasi-Barok
Topkapı Sarayı Divan Odası (Barok)

Topkapı Sarayı’nda defalarca yangın çıkmış ve yeniden restore edilmiştir. Bu sebeple aynı odanın içinde iki farklı dönemin mimari unsurlarına rastlamak mümkündür. Buna örnek olarak Divan-ı Humayun içindeki iki odayı örnek verebiliriz. Odaların biri mavi çiniler ve kalem işleri ile süslü olup, klasik Osmanlı mimarisi izlenimi uyandırırken; bir diğeri ise barok ve rokoko gibi Avrupai mimari üslup ile bezenmiştir.

Divan-Odasi-Klasik
Topkapı Sarayı Divan Odası (Klasik)

Yerebatan Sarnıcı

Yerebatan Sarayı olarak da bilinen sarnıcın İngilizce lisanında Bazilika Sarnıcı anlamında gelen Basilica Cistern denir. Rivayete göre burada Konstantinopolis’in merkezinin su ihtiyacını karşılayacak bir sarnıç inşa edilmeden önce, bir kilise bulunmaktaydı. Bizans döneminde kiliseler Bazilika nizamında inşa edildiği için, buraya da Bazilika Sarnıcı denmektedir.

Yerebatan Sarnıcı, Ayasofya ile aynı dönemde; aynı imparatorun emriyle inşa edilmiştir. İstanbul’un tarihi bir başkent olmasında büyük bir payı olan Bizans İmparatoru Jüstinyen tarafından yaptırılmıştır. Zira İmparator Jüstinyen; Ayasofya, Yerebatan Sarnıcı ve Aya İrini gibi yapıları yaptıran kişidir.

Yerebatan-Sarnici-Istanbul

Yerebatan Sarnıcının Devşirme Sütunları

Yerebatan Sarnıcı içerisinde tamı tamına 336 tane sütun bulunu ve bu sütunlar Antik Yunan döneminden kalma. Sütun başlıklarına dikkatle baktığımızda, bu sütunların dor ve korint nizamında başlıkları olduğunu görürüz. Sarnıç en basit anlamıyla bir su deposu olduğu için, buraya süslemeli sütunlar koymanın aslında bir anlamı yoktur. Bizanslılar bu sütunları, İstanbul’da kendilerinden önceki Yunan yerleşkesi olan Bizantion’dan almış ve bir anlamda geri dönüşüm sağlamışlardır. Sarnıcın 540’lı yıllarda yapıldığını ve 1500 yaşında olduğunu göz önüne alırsak, sütunların 2000 yıldan daha eski olduğunu bilmek, sarnıca ayrı bir anlam daha katmaktadır.

Yerebatan Sarnıcı’nı Dünyaca Ünlü Yapan Medusa Heykelleri

Yerebatan Sarnıcı içerisindeki yürüyüş, sizi sarnıcın derinliklerindeki Medusa heykellerine götürür. Sütunlar devşirme olduğundan, farklı uzunluktadır ve dikkatli bakıldığında kısa gelen her sütunun altına bir taş parçası iliştirilip uzunluğu dengelenmiştir. Kendisine bakan insanları taşa çeviren ünlü mitolojik canavar Medusa’nın yüzünün kazındığı kayalar da aynı şekilde kısacık sütunların altına destek olsun diye Bizanslılar tarafından sıkıştırılmıştır. Ancak Bizanslılar koyu dini inançlara sahip olan ve hurafelere büyük önem atfeden insanlardı. Bu yüzden Medusa başlıklarının ikisini de düz koymamışlar, birini yan birini de ters çevirerek yere oturtmuşlardır. Kesinlikle tesadüf olmayan bu olgu, insanların Medusa ile göz göze gelmemek istemesinden kaynaklanır.

İstanbul’un Sokakları

Balat-Sokaklari-Istanbul
Balat

İstanbul’un sokaklarının yüzlerce yıllık tarihi her dönemiyle yansıtması, maalesef çoğu zaman içinde yaşayan insanların bile gözüne çarpmaz. Şehrin günlük rutini içinde, birer açık hava müzesi olan sokaklardaki tarihi eserleri görmeyiz veya görsek de tarihsel niteliklerini bilmeyiz. İstanbul’un tarihi yarımadası içinde bulunan her her semt ve o semtin sokakları; kendine has bir hikâyeye sahiptir ve ziyaretçilerine anlatacak çok şeyi vardır. Bu yüzden, İstanbul’u ziyaret ettiğinizde, konusunda deneyimli bir turist rehberi ile gezmeniz, tarihi eserlerin daha çok farkına varmanızı sağlayacak.

İstanbul’un keşfedilmeyi bekleyen güzel sokakları, gizli kalmış mücevherleri, yüzlerce yıllık dükkânları hep tarihi yarımadanın içinde saklıdır. Bu sebeple Sultanahmet, Sirkeci, Eminönü, Beyazıt, Süleymaniye, Zeyrek, Vefa, Fener, Balat gibi semtleri adım adım gezmenizi ve bu muhteşem tarihin farkına varmanızı tavsiye ederim. Elbette Karaköy, Galata, Pera ve Tarlabaşı gibi görece olarak genç semtler de kayda değer bir tarih barındırıyor.

Saydığım bu semtler içerisinde Fener ve Balat, son yıllarda gittikçe artan bir ilgiye mazhar olmakta ve sokaklarında semtin dokusuna yakışan güzel işletmeler açılıyor. Özünü halen koruyan dokusu ile bir kentsel dönüşüme kurban gitmeden, Fener ve Balat semtlerini iyice gezmenizi öneririm. Zira Osmanlı dönemindeki İstanbul’un mozaik misali iç içe geçmiş kültürel ve dini yapısını en güzel yansıtan sokaklar, Fener ve Balat semtlerindedir. Bu semtleri gezerken, bir gezi rehberine ihtiyaç duyarsanız Fener Balat Gezilecek Yerler isimli yazımıza da göz atabilirsiniz.

2 Yorumlar

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz