Karadağ keşfedilmeye değer

0
264

Dünyanın en genç ülkelerinden olan Karadağ’a gidiyoruz. Eski Yugoslavya’yı oluşturan altı cumhuriyetten biri olan Karadağ, Yeni Yugoslavya şemsiyesine Sırbistan’la beraber girmişti. 2003’te esnek bir federatif yapıda başlayan beraberlik 2006 yılında yapılan referandumla sona erince ortaya 700 bin nüfuslu, başkenti Podgorica (Podgorisa) olan yepyeni genç bir ülke çıktı.

Yöresel bir fıkrada Karadağlı Sırp’a sorar: Bizim plajlarımız da kum. Daha ucuz daha yakın. Aynı dili konuşuyoruz. Aynı dilde ibadet ediyoruz. Ama sen tatile Türkiye’ye gidiyorsun.” Sırp cevap verir, “Türk’le 500 yıl yaşadım bir sorun çıkmadı. Senle bir dört sene sürmedi beraberliğimiz.” Karadağlılar Yugoslavya’nın en tembel milleti olarak anılıyorlar.

Osmanlı tarihinde adına zaman zaman rastladığımız bölgeyi Adriyatik kıyılarına kadar gelmişken görmek istiyoruz. Dubrovnik’ten başlayan yolculuğumuz güney istikametinde devam ederken Çilipi Havalimanı’nı aşıp yeşilliklerin içinden bizleri ardı ardına karşılayan köyleri aşıyoruz. Bir saatlik yolculuk sona ererken Hırvatistan ile Karadağ’ı ayıran sınıra geldiğimizi anlıyoruz. Arka arkaya sıralanmış onlarca farklı ülkenin plakasını taşıyan araçlar inanılmaz uzunluktaki kuyrukta sınırdan geçiş yapmak için bekliyor. Geçmişte “kardeş” olan, birbirlerinin dillerini konuşan, çoğu birbirinin akrabası olan; ancak bugünlerde isimleri farklı ülkelerin vatandaşları olan bireyler birbirlerine o kadar eziyet ediyorlar ki; bu eziyete şahit olunca içimiz sızlıyor adeta. 1–1,5 saat süren bekleyişin ardından ıkına sıkıla geçmeyi başardığımız Karadağ’da ilk gördüğümüz benzin istasyonuna atıyoruz kendimizi. Karadağ’ın bayrakları sınırı henüz geçtiğimiz bölgede sağlı sollu direkler üzerine yerleştirilmiş özenli bir biçimde. Litresi 0.70 euro olan LPG’yi görünce içerliyoruz. Bir kez daha ülkemizde akaryakıta çok yüksek meblağlarda ödeme yaptığımız geliyor aklımıza…


Herceg Novi’ye doğru

Kısa bir dinlenmenin ardından yolculuğa kaldığımız yerden devam ederken muhteşem bir doğa güzelliğine sahip Kotor Körfezi kıyısındaki Herceg Novi kentine ulaşıyoruz. 30 bin nüfuslu kent Hırvatistan ile Karadağ sınırında yer alıyor. Adriyatik kıyısında olmasından kaynaklanan turizm potansiyelini iyi değerlendirmiş. Özellikle Rus ve Ukraynalı turistlerin bölgede ciddi yatırımları varmış. Vadilerin jeolojik devirlerde sular altında kalmasıyla doğal bir limana dönüşen Kotor, dar boğazlarla birbirine bağlanan dört koydan meydana geliyor. Körfezin çevresindeki çıplak dağlar denize dik bir biçimde inerken, turunçgiller ve astropik iklime özgü bitkilerin yetiştiği kıyılarda kurulu irili ufaklı turizm tesisleri turistlerle dolu.   Körfezin çevresi 45 km.lik bir karayolundan meydana geliyor. Dar, bir geliş bir gidiş karayolu çevresi eşsiz manzaralarıyla keyif veriyor her dakikada. Bunca doğal güzelliğin içinde yaşayanlar oldukça şanslı olmalılar.

Herceg Novi Akdeniz tarihinde daha çok İtalyanların verdiği isim olan Castelnuovo (Yeni Kale) ile hatırlanmaktaymış. Kanlı Kule olarak anılan ve Osmanlı yapımı bir saat kulesine de evsahipliği yapıyor. 1382 yılında Bosna Kralı tarafından kurulan şehri Osmanlı 1482’de ele geçirmiş. 1687 yılına dek arada bir yıl hariç olmak üzere Osmanlı’ya bağlı olarak kalmış. Bugün Jok Megdan olarak anılan ve Türkçe karşılığı Yok Meydan olan meydan, dönemin Türk komutanına direnişçiler tarafından teklif edilen düelloyu Türk komutanın “düello yok” demesiyle hatırlanıyormuş. Meydanda verilen mücadele o kadar kanlı geçmiş ki meydandaki pınar kandan görünmez olmuş. Türkler bu kaynağa Karaca demişler. Yerli halk da aynı ismi kullanmaya başlamış. Türklerin ardından Venedik, Avusturya, Rusya hakim olmuş şehre. Şehri 1664 yılında Evliya Çelebi ziyaret ettiğinde her milletten korsana yataklık ettiğini söylemiş. Kentliler Karadağ halkına atfedilen özellikleriyle ünlüler. Balkanlar arasında en tembel millet olarak anılan Karadağlılar çalışmayı sevmezlermiş. Savaş zamanlarında yağmacılıkla geçinmişler uzunca bir dönem. Üzerinde “sobe” yazan dairelerin pansiyon şeklinde kiraya verildiği körfezde umut turizmde. Ruslar geldi geleli yapılaşmaya teslim olmaya başlamış her yer. Türkiye’de Antalya ya da güney bölgelerin beton kaderine yakınlaşılıyor anlayacağınız.

 

Perast ve adalar

Şirin kasaba Perast’a yaklaşırken gezi duraklarımızdan ilkine geliyoruz. Perast açıklarında yer alan iki adayı gezeceğiz. Sveti Dorde (Aziz George) Adası doğal bir yer şekli olarak oluşmuş. Üzerindeki ağaçlarla birlikte gerçekten hoş bir görüntü sergiliyor. Bindiğimiz tekneyle bu adanın yanından efsanelere konu olan üzerinde bir kiliseyi de barındıran Gospa od Skrpjelaolarak (Our Lady Of the Rocks) Adası’na geçiyoruz. İnsan yapımı olan bu adanın iki farklı rivayeti var. Denizdeki kayalıklarda bir ikona (fresk) bulan denizciler bu freski doğal adanın içindeki kiliseye teslim etmişler. Ancak fresk her teslim edilişten sonra kaybolup suyun üzerinde bulunmaya başlamış. Bu durum defalarca tekrarlanınca freskin suyun üzerinde yer aldığı bölgeye kilise yapma fikri ortaya atılmış. İçi taşlarla dolu dokuz gemi batırılarak adanın temeli oluşturulmuş. İki yüz yıl boyunca zorlu seferlerden dönen denizciler şükran göstergesi olarak gittikleri yerlerden getirdikleri taş parçalarını atarak adayı tamamlamışlar.

İkinci rivayete göre ise şu anda ada bulunan yerde kayalıklar varmış. İyi niyetli bir genç kız gemiler kayalıklara çarpmasın diye elinde fenerle gece boyunca gemilere yardımcı olur, işaret verirmiş. Her yıl 22 Temmuz’da geleneklere bağlı olarak kayıklarla gelenler adanın kıyılarına taşlar atıyorlarmış hala… 1632 yılında inşa edilen kilise Romalı Katolikler tarafından yaptırıldığından kubbeli yapısıyla diğer kiliselerden ayrılıyor. Çok sayıda sanat eserine evsahipliği yapan müze-kiliseyi gezmek 1 Euro.

Çok sayıda çan kulesini barındıran Perast’tan ayrılırken deniz kıyısında sıkça gördüğümüz midye üretim çiftliklerine takılıyor gözümüz. Kısa bir sürenin ardından turizm merkezi Kotor’a varıyoruz. Sırtını ardında yer alan dağa vermiş ve tıpkı Dubrovnik gibi görünen mimarisiyle ziyaretçilerine göz kırpan Kotor, Venediklilerin yaptırdığı surlarla çevrili. “Başkalarına ait olanı istemeyiz ama bizim olanı da teslim etmeyiz” sözleriyle bezeli sur kapısı mesaj veriyor tüm dünyaya…

Kotor

Kapıdan girdiğimiz anda adımımızı attığımız Silahlar Meydanı saat kulesi ile beraber suçluların cezalandırıldığı bir kaideye de sahip. Çok canice cezalandırma yöntemlerinin gerçekleşmediği meydanda daha çok çürük meyve-sebzeler suçluların üzerlerine atılırmış. Dar sokaklar içerisinde zengin aileleri ait malikâneler arasında yürümek keyifli oluyor. Yan yana sıralanmış kafelerde uygun fiyatlarla bir şeyler tüketmek mümkün. Karadağ geçmişte Almanya ile yakın ilişkilerinden mütevellit mark kullanıyormuş. Avrupa Birliği’ne girmeden Euro kullanmaya geçen ülkeler arasında yer alıyor artık. Deniz ticareti ile zenginleşen ailelerin yaşadığı Kotor’da bu zenginlik göze çarpıyor. Denizcilik Müzesi’ni de barındıran meydanda çokça uzun boylu Karadağlıya rastlamak mümkün. Karadağlılar Balkanlar halkı arasında en uzun olanlardanmış…

2009 yılında restore edilen Kotor Katedrali’nin içinde Aziz Tryphon’un İstanbul’dan getirilen naaşı bulunuyormuş. Bu azizin aynı zamanda şehrin koruyucusu olduğuna da inanılıyormuş. UNESCO’nun dünya mirası listesinde yer alan şehrin neden bu listeye girdiğini anlayabilmek için çok zamana gerek yok. Özenli ve titizlikle korunan tarihi yapının içerisinde kayboluyorsunuz bir anda.

Kotor’da çok vaktimiz olmadığından surlardan dışarı çıkıp deniz kıyısında biraz dinleniyoruz. Tam o sırada Türkiye’den ciplerle gelen safari ekibiyle karşılaşıyoruz. Devasa tur gemilerinin yanına park ettikleri cipleriyle selamlıyorlar bizleri. Türk olduğumuzu anlayınca başlıyorlar sohbet etmeye…

Surlarından yanından içeri akan Skudra Nehri’nin temizliği dikkatimizden kaçmıyor. Doğal ortamlarında hızla hareket eden balıkları gözlemleyip otobüse biniyoruz. Günün son durağı olan Budva var hedefimizde.

Budva’ya doğru

Kotor ile Budva’yı birbirine bağlayan karayolu inanılmaz virajlarla doluymuş geçmişte. Avrupa Birliği fonlarından elde edilen gelirle açılan tünellerle o tehlikeli durum bertaraf edilmiş. Avrupa sosyetesinin gözdesi olan Budva’ya Madonna ile beraber birçok ünlü sanatçı geliyormuş zaman zaman… Nüfusu 10 bin olan Budva’da düzenlenen Rolling Stones konserine 700 bine yakın kişi geldiği iddiası dolaşıyor dillerde. Jaz isimli olabildiğince geniş olan kumsalda verilen konser tarihe geçmiş. Karadağ’ın toplam nüfusunun 700 bin olduğunu belirtmekte yarar var.

Tekne turu yapabilmek amacıyla turist gözleyen birçok kişi kıyılarda bekliyor. Ada yönünden komşusu Hırvatistan kadar şanslı olmayan Karadağ’da sayıca az olan adaları gözlemlemek mümkün. Adriyatik kıyılarının genel yapısına ters bir şekilde Karadağ’da kumsallarla karşılaşıyoruz. Hemen yanıbaşındaki Dubrovnik’te bir tane bile kum plaj yoktu oysaki. Rus zenginlerin aldığı gayrimenkullerle beraber Rusça ikinci dil haline gelmiş. Birçok kişi Balkan dillerinin ardından Rusça konuşuyor. Zaten Slav dillerine olan yakınlığı ile Rusça tercih edilir konumdaymış. İngilizce bilene rastlamak ise gerçekten zor. Budva da UNESCO dünya mirası listesinde… Kotor’dan sonra ihtişamlı bir görünüme sahip olmasa da bu listeye girmiş olmasına şaşırıyoruz açıkçası.

Tıpkı Dubrovnik ve Kotor gibi surlarla çevrili olan şehre birkaç kapıdan girebilmek mümkün. Butua adıyla Fenikelilerce kurulmuş olan şehirde çok ciddi bir arkeolojik birikim yok. 1572’de Uluç Ali tarafından ele geçirilen şehir kâğıt üzerinde Osmanlı’ya geçse de Osmanlı’nın izlerine rastlayamıyoruz. Surların içinde yer alan kapılarda birkaç plaja ulaşılıyor. Sıcak havada güzel ve temiz kumsallardan girdiğimiz deniz, serinliği ile keyif katıyor. Dikkatli bakıldığında fark edilen birkaç metal tabelada ölüm ilanları görüyoruz. Örneklerini Yunanistan’da gördüğüm ilanlar ölen kişilerin bilgilerinin yer verildiği bir geleneği yansıtıyor.

İzmir’de toplu ulaşımda sıkça rastladığımız Sanos marka Makedon belediye otobüslerinin benzerleri ile karşılaşınca şaşırıyorum. Benzeri dediysem Sanos’un bu gelişmiş modelleri gerçekten şaşırtıyor beni. Cevap cici olarak adlandırılan Boşnak Köftesi ile öğünü geçiriyoruz. Dubrovnik’ten sonra gayet ucuz olan fiyatlar Bosna-Hersek’le hemen hemen aynı… Budva plajları ve eğlence yaşamıyla ön plana çıkmış bir kent. Bu açıdan birkaç gece kalınarak deniz-kum-güneş üçgeninde tatil düşünülebilir.

Fazla zamanımız kalmadığından bu kez Kotor’a girmeden Tivat’tan feribota binip geriye dönüyoruz. Feribot en az 1 saatlik Kotor Körfezi macerasına girmemizi engelliyor…

Karadağ özellikle doğasıyla turistleri cezbederken, Türklerin ilgisi her geçen yıl artıyor bu genç ve güzel ülkeye…

Önceki İçerikMostar yaşananları unutmuyor
Sonraki İçerikEurovision’a 800 dolarlık harcırahla gittik
A.Buğra Tokmakoğlu
Gözlem yapmayı, izlemeyi, yeni yerler keşfetmeyi, şehirlerde insanların içine karışmayı seven biri. Eğitimli muhabir. Gördüklerini, hissettiklerini, deneyimlediklerini yazmaktan keyif alıyor.

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz