İnsandan çok eşek, evden çok kilise, sudan çok şarap ve müzik sesinden çok çan sesi olan volkanik ada Santorini’deyiz!
Milattan önce 1600 ile 1400’lü yıllarda tarihin en büyük volkanik patlamalarından biriyle, Ege Denizi’nde bugün hala aktif olan volkanının etkisiyle Santorini adasının 73 km2’ lik alanı deniz altında kalmış. Ada hilal şekline bürünmüş ve rengi kapkara olmuş.
Bu çökmeyle beraber, çöküntünün neden olduğu tsunami sonucu Santorini adasında yaşam adına bir şey kalmazken; daha güneyde yer alan Girit’in kuzey ve kuzey batı kıyıları boyunca yer alan balıkçı köylerinin, denizden fazla yüksek olmayan yerleşimlerin ve denizlerde ya da limanlarda bulunan ticaret ve balıkçı tekneleri yok olmuş.
İkinci dalga etki, rüzgârın sürüklediği toz bulutlarından serpilen volkanik küller olmuş ve Girit adasının neredeyse tamamının, on santimetre kalınlığında bir volkanik kül tabakasıyla örtülmesine sebep olmuş.
Mısır yazıtlarına göre Santorini kayıp kıta Atlantis olarak geçiyor. Kayıp kıta Atlantis’le bir bağının olup olmadığı bilimsel olarak açıklanması ise mümkün görülmüyor.
Beş buçuk saatlik bir deniz yolculuğu ile kayalık Santorini’nin açıklarına geldik. Tektonik yükselmeler ve çökmelerle beraber toprak tabakalarını net bir biçimde görebileceğiniz bu adanın toprak rengi siyah. Coğrafyada anlatılan toprak yapısı ile ilgili konular burada uygulamalı olarak gösterilmeli. Yaklaşık 300 metrelik bir yükseltide kayalıktan başka bir şey yok. 300 metrenin sonunda ise bembeyaz boyalı evlerle, masmavi boyalı çatılar ve her biri üçer çanlı kiliseler sizleri karşılıyor.
Yunanların Fira dedikleri Santorini’de hala aktif olan volkan 80 derecelik sıcaklıkta buhar püskürtmeye devam ediyor. Zaten patlamalardan arda kalan gri, kahverengi ve siyah renkler genel tonlar içinde önemli bir role sahip. En son 1956 yılında faaliyete geçen volkandaki patlama sesleri İspanya’dan bile işitilmiş.
Kayalıklardan dolayı doğal veya yapay bir limana sahip değil. Kıyıya ancak küçük boyutlu tekneler yanaşabiliyor. Gemimiz açıkta demirledikten sonra sırayla botlara binerek kıyıya ulaşıyoruz. Gök gürüldemeye başlıyor. Kısa bir yağmur ile ıslanıyoruz.
Yukarıya ulaşmak için teleferik ya da dik basamaklı yoldan birini tercih etmek gerekiyor. Basamaklar 588 adet. Ne var bunda filan demeyin sakın. Oldukça geniş ve uzun her biri en az 45 cm. ayrıca üzerlerinde kabartma taşlardan dolayı ayak tabanlarını olumsuz etkiliyor.
Toplama vurduğunuzda ciddi bir uzunluk ortaya çıkıyor dikliğinden bahsetmiyorum bile.
Yine para hesabımızı yapıyoruz. Teleferik için uzun uzadıya artan kuyruğa giriyoruz. Tek yönlü çıkış 4 Avro. Kuyrukta teleferikten korkan turistler birbirlerine moral veriyorlar. Kimi bindiği an kabini sallayacağını söyleyerek heyecanı arttırıyor.
Yunan adaları içerisinde merkezi batıda olan ender adalardan biri. Adaların büyük çoğunluğunun merkezi doğuda Türkiye ile karşı karşıya…
Paramızı ödeyip, fişimizi alıp birkaç basamak çıkıp; gelecek olan teleferiği bekliyoruz. Teleferik geliyor. Her biri 6 kişi alan kabinlere biniyoruz. Muazzam bir manzara. Açıkta demirleyen birkaç büyük yolcu gemisi, kapkara bağımsız bir ada ve alabildiğince deniz!
Teleferikten indiğimiz andan itibaren alışveriş teması üzerine yoğunlaşan bir turizm merkezi çıkıyor karşımıza. Oldukça lüks mağazalar ve kaliteli ürünler ile cebi dolu kişilere hitap ediyor. Hemen sağa dönüp Santorini’ye gelen her turistin yapacağı şeyi yapıyoruz. Basamak basamak aşağıya inen bembeyaz yapıları arkamıza alıp bu yükseklikte fotoğraf çekiliyoruz.
Bildiğimiz mavi kubbeler genelde beyaza boyanmış. Bu adada yaşayan herkes için bir kilise yaptırmak gelenekler arasında varmış. O yüzden sağa sola nereye bakarsanız üç çanlı bir kilise ile karşılaşıyorsunuz.
Her köşede göze çarpan bir başka şey ise sanat galerileri. Soruyu yüksek sesle ben soruyorum ablam cevaplıyor. “Bu kadar zenginlik içinde herkes sanatla uğraşıyor sanırım.”
Özellikle volkanik taşlarla işlenen resimler ilgi çekici, her yerden sanat fışkırıyor. Galeriler çiçeklerle süslenmiş.
Uçurum kenarından iki kişinin yan yana yürüyebileceği genişlikte dar, beyaz boyalı, taşlık yol görsel bir şölen sunuyor.
Denize bakarken dakikaların nasıl geçtiğini algılayamıyorsunuz bile. Anakara ve ortasında bulunan bir küçük adasıyla hilal ve yıldızı andıran ilginç bir görüntü. Tüm binalar yine bembeyaz, özenle bakılmış. Bir tane eski yapı yok.
Bir hediyelik eşya dükkânına giriyoruz. Her yerde kameralar var. Bir şeye bakmak için elinizi uzattığınızda kamera dönüyor. Dırrrrrrrrr! Elinizi sola döndürdünüz yine dırrrr! Sağa dönerseniz bu kez yine aynı ses! Gözetlenmiş hissettiğimiz bu dükkânda suratsız sakallı beyaz saçlı amca nemrut suratıyla resmen küfrediyor. Sesli bir şey yok ama o surata bakınca insanın nefret edesi geliyor. Potansiyel hırsız gözüyle baktığı her turist rahatsız olup dükkândan ayrılıyor.
Müge bir şey alıp ödemek için uğraşırken adam Yunanca bir şeyler söylüyor. Anlamıyoruz. Sonra İngilizce biliyor musun diye sorunca başlıyor konuşmaya: “Kartlar nerede?” Hafif bir şaşkınlıktan sonra durumu anlıyoruz. Müge önce eline 2 tane kart almış başka bir şey alınca onları dükkân üzerinde rafta bırakmış. Adam bütün bunları takip ettiğinden “kartları nereye soktunuz” der gibi bizi sorguluyor. Tüm cinlerim tepeme çıkınca başladım Türkçe küfürler yağdırmaya. Adama bağıramayacağım en azından içim rahatlasın diyerekten.
Müge bozuldu, kızardı adam anlayacak diye korkuyor. Onca ettiğim küfürden sonra adam Türk olduğumuzu anlayınca ”Teşekkür ederim” dedi. Bizi aldı bir kahkaha…
Siz siz olun o sakallı amca ve kameralı dükkânına giderseniz içinizi boşaltın.
Santorini şimdiye dek gördüğüm adalar arasında en ilgisiz, sevimsiz ve pahalı satıcılara sahip ada oluyor.
Adanın en merkezi yerindeki Atlantis Otel’i de gördükten sonra eşek yolu olarak tabir edilen yere dönüyoruz. Meşhur 588 basamaklı bu yol eşeklerle aşağı inip çıkanlarla dolu. Eşekle iniş ya da çıkışın tek yönlü maliyeti 5 Avro. Bu dik yokuş değil eşekle yürüyerek bile zor inilir. Başlıyoruz kendi başımıza inmeye bir anda 100–150 civarında eşek yukarıya doğru geliyor. Ezilme tehlikesi geçiriyoruz. Santorini Belediyesi’nin ulaşım araçları bunlar.
Yol üzerinde samanlaşmış ve taze halde görülebilecek eşek dışkıları yüzünden hem burun hem de mideniz uzun süreli bir bozulma yaşayabilir. İnene dek burun direklerimiz sızlıyor. Arada bir yol üzerini kaplamış eşekleri dürte dürte yol açıyorum.
Büyük çabalar sonucunda botlarımız yanaştığı, teleferiğinde başlangıç noktası olan deniz kıyısına iniyoruz. Ayakta dururken dizlerimiz titriyor. Öyle böyle bir yol gelmişiz ki bunun acısı daha sonra çıkacak. Ama macera ve zevk konusunda kimse bizimle yarışamaz. Akşam yemeğinde kime bahsettiysek keşke bizde yürüseydik diyorlar.
Kızların bira içme teklifine ayak bağlarım çözülme aşamasında olduğundan dolayı hayır cevabı veriyorum. Sahilde bekleyen botla beraber gemime dönerken, kendime dönme çabalarım ise sürüyor.
Balayı adası Santorini’de geçirdiğimiz dakikalar hem yorucu hem de bir o kadar eğlenceli oluyor.