Cumartesi’den kalma bir yorgunluğun ardından zoraki bir hava ile uyanabildim. Bir yandan verilmiş sözler ve duyulan heyecan, diğer yandan yatağın sıcaklığı.
Kahvaltı yaparken bir gözümle saate bakıyorum. Bir an önce yola çıkmam gerek, yoksa geç kalacağım.
Bir gün öncenin sağanak yağmurunu yedikten sonra, güneşli bir hava ile karşılaşmak mutluluk veriyor. Otobüs fazla bekletmeden geliyor. 40 dakikalık bir yolculuğun sonunda Alsancak’tayım.
Adını Çeşme’nin 8 mil ötesinden alan Sakız Adası Kafe’deyiz. İstanbul’dan gelen konuğumuz ve İzmirli arkadaşlarımız keyifli bir biçimde sohbet ediyorlar. “Buğra geliyor” sesiyle beraber doğru yerde olduğumu anladım.
Keyifli sohbete birkaç konuk daha ekleniyor ve sohbet uzadıkça uzuyor. Havanın kararmasına ve yağmura meydan vermeden yola koyulalım diyoruz.
Amaç kısa sürede, kısa bir İzmir Turu gerçekleştirebilmek. Kafalarda çizilen rotanın ardından Sakız Adası’ndan çıkılıyor. Biraz yürüdükten sonra ilk soldan dönerek Notre Dame Kilisesi’nin tam karşısına çıkıyoruz.
Pazar günü ayin beklentisi ve ziyaret umudu taşıyanların umutları bir başka bahara kalıyor. Çünkü İzmir’de sayıca fazla olan kiliselerin hemen hemen hepsi maalesef ziyaretçi kabul etmiyordu.
Alsancak’ın meşhur Kıbrıs Şehitleri Caddesi’ne ulaştıktan sonra çevreyi gözlemleyerek yürümeye başlıyoruz. Pazar Pazar havanın keyfini çıkarmak isteyenler Alsancak’ta yürüyorlar.
Gezi planımıza göre göreceğimiz ilk yer Kızlarağası Hanı oluyor. Bu amaçla bir taksiye binip Konak Pier’in önünde iniyoruz. Fevzipaşa Caddesi girişinden Konak Pier’e doğru bakıp yapının geçmişini konuşuyoruz.
Büyük bir heyecanla Kızlarağası Hanı’na doğru yürümeye koyuluyoruz. Yol üzerindeki eski yapıların önünde çekildiğimiz birkaç fotoğrafın ardından Kızlarağası Hanı’nın önüne geliyoruz. Tavla oynayan güvenlik görevlisinin “kapalı” sözü ile arkamızı hana dönecekken, Enise Ablamız “Arkadaş İstanbul’dan geldi, çok kısa göz atsak olur mu?” sorusu ile kendimizi hanın içinde buluyoruz.
1700’lü yılların ilk yarısında yapılmış tarihi hanın sessiz hali meraklı bakışlarımızla aydınlanıyor. Haftaiçi yoğunluktan adım atılamayacak durumda olan tarihi mekânın tek sessiz gününe denk gelmek yine bize nasip oluyor.
Pazar gününün sessizliğinin Kemeraltı’na da yansıyacağını düşünürken yanıldığımızı anlıyoruz. Havra Sokağı’na ulaşana dek bayram alışverişi telaşını yaşayan kalabalığın arasında zor anlar yaşıyoruz.
Yıllar yılı İzmir’in en ucuz alışverişinin yapıldığı Havra Sokağı “Agora Restorasyon Projesi” ile kamulaştırma kararı alınınca birçok dükkânın yok olmasıyla cılızlaşmış.
Balık kokularıyla yürürken bir sonraki durağımız olan Agora’yı anlatmaya başlıyorum.
İzmir’e gelen her konuğu Agora’ya götürmek gibi bir alışkanlığım var. Benim ilkokulda karşılaşma fırsatı bulduğum Agora, İzmir’de şehir içinde yürüyerek ulaşabileceğimiz ender tarihi alanlardan biri.
Agora tabelası ile girdiğimiz dar ve iki yanı eski yıkıntı binalardan oluşan sokak biraz sinir bozucu. Sokağın sonunda karşımıza bir park ve sokak ile Agora’nın kesiştiği yerde, tam ortada Agora Kahvehanesi çıkıyor.
İzmir’e gelen turist gruplarının ziyaret listelerinde yer alan Agora’nın çevresindeki çarpık yapılaşma ve buna bağlı oluşan olumsuz olaylar silsilesi ile polis kapıda sürekli gözlem yapıyor. Demir parmaklıların çevresinde mahalleli gençler gelen geçeni izlerken bizler giriş kapısına ulaşıyoruz.
Bekçi kulübesi gibi bir yerin içinde oturan siyah bıyıklı devlet memuru girişin 3 YTL olduğunu söyleyince paramızı verip, günün anısına saklayacağımız giriş biletlerimizi alıyoruz.
Defalarca geldiğim Agora’yı farklı bir gözle incelemeye koyuluyorum. Merdivenlerden aşağıya indikten sonra bizi karşılayan geniş ferah alan ve alanın çevresindeki demir parmaklıkların ardındaki çarpık hayat!
Agora adeta kurtarılmış bir bölge…
Sütunların yanlarına kadar yaklaşıp çevreyi izliyoruz. Bu arada yılışık bir kedi yanımıza geliyor ve bize eşlik ediyor.
Sütunların aşağısına inerek tarihi kalıntıların arasında Smyrna Çeşmesi’ne bakıyoruz.
Oldukça serin bu alanda uzun yıllardır kazı çalışmaları sürüyor. Çevresinin konutlarla hatta katlı otoparklarla işgal edilmiş olmasından dolayı kazı fazla ilerleyememiş. Allahtan İzmir Büyükşehir Belediyesi devreye girerek kamulaştırma çalışmalarına başlamış. Kısa bir süre sonra Agora caddeye sırtını dayayacak.
Agora gezimizi noktaladıktan sonra sıradaki durak Kibariyeleri, Bergenleri ortaya çıkaran İkiçeşmelik!
Annemin teyzesi İkiçeşmelik’te eski bir Rum evinde oturduğundan dolayı onun evini görmeden olmaz diyorum.
Sokaklarında 24 saat müziğin eksik olmadığı İkiçeşmelik’te yürümeye daha doğrusu tırmanmaya başlıyoruz. Binbir çöp, meyve kabukları ve çamurla sıvanmış sokaklar oradan oraya koşuşturan insanlar ve karmaşa.
Üzerimize yöneltilen bakışların farkındayız ancak mümkün mertebe kimseyle gözgöze gelmemeye çalışıyoruz.
Pencerede yolumuzu gözleyen teyzemiz kapıyı açıyor. Konuklar meraklı bakışlarla eve girerken ben teyzemle sohbete başlıyorum. Bu arada konuklar bahçe ile birlikte evin her yanı inceleniyor. Mutfaktaki raflardan bahçedeki limon ağacına kadar yaşanmışlıkları üzerinde barındıran evi ayaküstü gezmiş oluyoruz.
Nermin Teyze’yi öptükten sonra ara sokaklarda tırmanmaya devam!
Yabancı olduğumuzu fark eden birkaç kişiden laf yesek de elinde güvercin taşıyan bir çocuk bu olumsuz havayı bir anda yıkıyor.
“Abla fotoğrafımı çeker misin?” Yüzündeki masumane bakışla beraber Melis çocuğun fotoğrafını çekiyor.
Çocuk devam ediyor. “Nerede çıkacak fotoğraf, gazetede mi?”
İnternet sitesinin adresini eline tutuşturup yolumuza devam ediyoruz. Dört ufaklık fotoğraf ricası ile yolumuzu kesiyorlar. Birkaç kare de onlarla…
İkiçeşmelik’in kendine has yaşamına veda ederken, İzmir için tarih kokan yeni bir yere geliyoruz.
1910’larda inşa edilen Tarihi Asansör’deyiz. İzmir’e tepeden bakan bu noktadan körfezi ve bir parça Konak’ı izliyoruz. Kadifekale bile görünüyor.
Ancak ummadığımız bir durumla karşılaşıyoruz. Acıkan karnımızı doyurabileceğimizi düşündüğümüz Asansör Restaurant kapalıymış.
Çaresizliğe boyun eğdikten sonra manzaranın keyfini çıkarıp tarihi asansöre binerek Dario Moreno Sokağı’na iniyoruz.
Dario Moreno’nun yaşadığı evi gördükten sonra belediyenin çalışmaları ile kalbura dönmüş sokağı aşarak 200 metreyi aşan bir yürüyüş yapıyoruz.
Karnımızı doyurma peşindeyken aklımıza gelen 150.Yıl PTT Evi bizler için bir çare olabilir diye düşünerek PTT Evi’ne giriyoruz.
Yorgunluk belirtileri baş gösterirken geldiğimiz PTT Evi’nin restaurantının kapalı olduğunu duyunca ne yapacağımızı düşünüyoruz.
Hepimizin aç oluşu ve uzun süredir yürüyor oluşumuz hemen bir çözüm bulmamızın zorunluluğunu yaratırken, bakışlarımızdaki anlamsızlık görülmeye değer.
Kısa süreli anlamsız biçimde bakıştıktan sonra yemeğe doğru hamle yapıyoruz. Taksiye atlayıp geldiğimiz Göztepe Recis’te yediğimiz pizzalar, ardından gelen sohbetin kıvamını arttırırken günün sonuna oldukça yaklaşıyoruz.
Alsancak’ta başlayan buluşma; Kemeraltı, Agora, İkiçeşmelik, Asansör’de devam ederken Göztepe’de yenilen yemekle sona eriyor.