Güneş yavaş yavaş batarken tepelerin ardında beni Midilli’ye ulaştıran feribottan hızlıca iniyorum adaya. Yunan adalarının vazgeçilmez unsuru olan gümrük binasına ilerlerken diğer adalardan hiçbir farkı olmayan ilkel görüntüsüyle gümrük binası, adanın o hoş görüntüsüyle çelişiyor maalesef.
Ayvalık Gümrük Binası
Bakımsız binanın sıvaları rutubetten dökülmüş, tabela deseniz kötü renk fontlarıyla hazırlanmış 80’leri andırıyor daha çok. Turizmin son derece önemli olduğu adalarda bu binaların büyük bir hızla elden geçirilmesi gerek. Ancak Yunanistan’ın bu işler için parası yok anlaşılan.
Demir korkuluklarla insanların tek sıra halinde binaya girmesi için hazırlanan yolun kıyısından yürürken gümrük polisinin uyarısıyla demirlerin içine yönlendiriliyorum. Yabancı bir ülkeye adım attığımda garip bir heyecan ve korku oluşuyor bende. Anlamsız olan bu duygu her an, herhangi bir resmi görevlinin beni geldiğim topraklara geri gönderecekmiş gibi hissetmeme sebep oluyor. Bundan olacak ki süt dökmüş kedi gibi adeta robot misali hareketlerim yapaylaşıyor, itaatkar tavırlarla şu giriş işlemleri bir an önce bitsin diye geçiriyorum içimden. Dünya ölçeğinde değersiz olan ve türlü vize işkencesine tabi olan Türkiye Cumhuriyeti pasaportunun özgüvensiz bireylere etki ettiğini düşünüyorum içimden.
İki sivil giyimli gençten görevlinin önlerindeki bilgisayar ekranına baka baka halletmeye çalıştıkları pasaport işlemleri için sıraya giriyoruz. Çığlıklarıyla feribot yolculuğumu mahveden Yunanlar pasaportlarını aç kapa usulü göstererek hızlıca geçiyorlar. Yunan ve AB vatandaşı olmayanlar ise işlemlerinin uzun sürmesi sebebiyle arka arkaya dizilerek bekliyorlar.
Çipli biyometrik pasaporta sahip olanlarımız daha şanslı çünkü bu pasaportun üzerindeki bilgiler sadece bir alete okutmayla ekranda görünürken, eski tip Türk pasaportlarındaki tüm bilgilerin ayrı ayrı elle girilmesi gerekiyor. Sıranın uzamasının tek suçlusu eski tip Türk pasaportları.
Kurbanlık koyun gibi dizilen Türkler birbirimize bakıp gülümserken sorgusuz sualsiz damgalanan pasaportumla gümrüklü bölgeden çıkmak için bir büyük adım atıyorum. Dört yıl önce gittiğim Sakız Adası’nda bavullarımı ve üzerimi iç çamaşırlarıma kadar arayan insafsız gümrükçülerden burada yok Allahtan. Korkudan çantamı arayacak mısınız şeklinde bir işaret yapıyorum ama son görevli de kaşlarını kaldırarak geçebilirsiniz diyor bana. Böylece Yunanların Lesvos Adası’nın başkenti olan Midilli’ye giriş yapabiliyorum sonunda.
Nicolas uzaktan gülümseyerek yüzüme bakıyor. Biraz geciktiğimin farkındayız ikimizde. Pasaport kontrollerini bahane ederek AB vatandaşı olmadığımı ve bunun işlemleri uzattığını vurguluyorum. AB’ye öykünen her Türk vatandaşı gibi bir kez daha. (Pasaportsuz ülkeler arası geçişe öykünmek…)
Nicolas’ı Fransa’dan ziyaret etmeye gelen kız arkadaşı ve annesi ile görüşmek-tanışmak üzere limanın hemen yanında olan Central Kafe’ye gidiyoruz.
Nicolas’ın konuklarının adadaki son saatleri. Uçak saatlerine kadar kafede zaman geçirip onları havalimanına bıraktıktan sonra dinlenmek üzere eve geçeceğiz.
Şu çok milliyetçi olduğunu sandığım Fransızlarla koyu bir sohbete başlarken Fransız aksanı ile konuşulan İngilizce ile Türk aksanı ile konuşulan İngilizce ile ne derece başarılı bir iletişim kurulursa o derece başarılı bir etkileşim içerisindeyiz. Bazı kelimeler üzerinde birkaç kez tekrarlarla sohbetimiz ilerliyor.
Türkiye’de sohbet içerisinde kimsenin Başbakan Erdoğan’ı sevmediği gibi onlar da Nicolas Sarkozy’i sevmediklerini söylüyorlar. Ben de patlatıyorum bombayı hemen,” Türkiye’de kime sorsak Erdoğan’ı sevmiyoruz der, ancak seçimlere gidildiğinde her iki kişiden biri Erdoğan’a oy verir.” Hep beraber güldükten sonra onlar da beni onaylar biçimde yorumlarda bulunuyorlar. Sarkozy’nin önümüzdeki seçimlerde görevden gitme ihtimalinin yüksek olduğunu vurguluyorlar heyecanla. Özellikle vurguluyorlar Fransa’da aşırı sağcı ve muhafazakar eğilimleriyle sevilmiyor Sarkozy!
Fransızların Türk algısına da hafiften girebilmek adına “siz Fransızların Türkleri sevmediği doğru mu?” diye soruyorum. Avrupa’da yaşayan Türklerin geneli ile Türkiye’de yaşayan Türklerin tamamının aynı olmadığı ancak imajın önemli bir önyargı unsuru olduğunu belirterek, hükümetler arasında yaşanan polemiklerin aslında çok da yurttaşlar arasında benzer biçimde yaşanmadığını söylüyorlar.
Buradan anlıyoruz ki bizler de Fransa hakkında inanılmaz önyargılara sahibiz. Aslında iletişim kurup, iki sohbet etmeyi başarabilsek bütün yanlış bildiklerimiz ortadan kalkacak. Ama o aşamaya bir türlü gelemiyoruz ya da getirtilemiyoruz.
Söylediğim sıcak çikolatanın gelmesiyle beraber bir yandan plazma televizyonlarda gösterilen “Yemekteyiz” programının Yunan versiyonuna göz gezdiriyorum. Yunan sosyal yaşamı Türkiye ile çok benzer. Burnumuzun dibindeki Midilli’de her yaştan insan rahatlamak adına kafeleri doldurmuş. Kimi kahvesini yudumluyor, kimi bir sigarayı söndürüp diğerini yakıyor… Tavla oynayanlar, yüksek sesle kahkahalar savuranlar, köpekleriyle sahilde yürüyüş yapanlar… Kırmızı ışıkta geçen yayalara korna çalan sürücüler…
Zamanın hızla geçmesinin ardından hesabı ödeyerek otoparkta bizi bekleyen arabaya doğru yollanıyoruz. Midilli Adası’nın tek havalimanına uğrayıp adanın Fransız konuklarını bırakıp bu kez Thermi’ye dönüp dinleneceğiz.
Midilli’nin güneyinde çok dar bir düzlük alanda kurulu olan havalimanına sadece küçük çaplı uçaklar iniş yapabiliyor. Bu yüzden Yunanistan’ın Aegean (Ege) ve Olimpic Havayolları en küçük uçakları ile her gün Atina’ya ve haftada birkaç gün Selanik’e sefer yapıyorlar. Adalardan ana karaya uçuş oldukça pahalı.
Veda turumuzu hallettikten sonra limana geri dönerek bu kez limanın 12 km kadar kuzeyinde yer alan Thermi köyündeki evimize gidiyoruz. Dinlenmek ve bir şeyler atıştırarak sakin denizden karşıdaki Dikili’yi gözlemleyerek geçecek bu akşam. Yarın ise keşif var…