Kuruluşu antik çağlara dayanan Sinop’un bilinen ilk adı Sinope. İsmi araştırdığımızda iki güzel kadınla karşılaşırız. Bir efsaneye göre Irmak Tanrısı Asopos’un Su Perisi olan güzel kızı Sinope, diğer efsaneye göre ise MÖ 200 yıllarında yaşayan Şair Skymnos’un şiirlerindeki Amazon Kraliçesi Sinope’dir. İşte bu güzel kadınlardan biri şehrin kuruluşunu sağlayıp, adını vermiştir.
Sinop’un içini gezmeden önce coğrafi durumunu en güzel Şahin Tepesi’nden görebilirsiniz. Üç tarafı denizle çevrili olan yarım ada; limanları, tersanesi, çevresi ile olduğu gibi gözlerinizin önüne serilir. Seyir terasının olduğu yerde güzel bir çay bahçesi var. Yazları şehrin sıcaklığından kurtulup serin serin manzaranın tadını çıkartabilirsiniz. Fotoğrafçılara özellikle gün batımını tavsiye ederim.
Karadeniz’in Mutlu Şehri Sinop
Büyük İskender’e “Gölge etme başka ihsan istemem.” diyen antik filozof Diyojen’in doğum yeri de Sinop’tur. Ancak babası ile birlikte Atina’ya sürgüne gönderilirler. “Sinopililer seni sürgüne gönderiyor” diyenlere, Diyojen “Ben de onları oldukları yerde kalmaya mahkum ettim” demiştir.
Dünya nimetlerini reddeden, fıçı içinde yaşayan, gündüz elinde fenerle “Dürüst bir adam arıyorum” diyen antik çağ filozofu Diyojen’in heykeli şehrin girişinde iki sur arasında bulunmaktadır. Bu heykelle birlikte Sinop’la ilk tanışmanız, 2400 yıl önce yapılan bedduanın izleri ile başlar.
Sinop kıyıları doğal liman olduğundan, antik çağlarda da Karadeniz’in çılgın dalgalarından saklanmak için gemiler bu limanlara sığınırmış. Bu da şehrin tersanelerinin gelişmesini, ticaretinin artmasını sağlamış. MÖ 7. yüzyıldan itibaren halkın kendini korumak için yaptığı kale, dönem dönem eklentileri ile bütün şehri saran çok büyük, güçlü bir yapı olmuş. 1900’lü yılların başına kadar kalenin tamamı duruyormuş.
Ciddi anlamda tahribata uğrayan kalenin bazı duvarları, iki kapısı ile bir kaç burcu kalmış. Surlara, dik merdivenlerinden çıkabiliyorsunuz. Yukarıda güzel bir kafe var. Bir şeyler yiyip içebiliyor, şehri, çılgın Karadeniz’i, gün batımını ya da dolunayın denize yansımasını seyredebiliyorsunuz.
Kalenin duvarları içinde ne zaman yapıldığı belli olmayan, korkunç bir cezaevi var. Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde de buradan “…Büyük ve korkunç bir kaledir. 300 demir kapısı, dev gibi gardiyanları, kolları demir parmaklıklara bağlı ve her birinin bıyığından 10 adam asılır nice azılı mahkumları vardır. Burçlarında gardiyanlar ejderha gibi dolaşır….” diye bahsediyormuş. 1999 yılında müzeye çevrilmiş. Sonunda Diyojen’in laneti de sona ermiş.
O zamana kadar pek çok ünlü ismi zorunlu olarak misafir etmiş. Kırım Hanı Devlet Giray, Sabahattin Ali, Refik Halit Karay, Ruhi Su, Burhan Felek bunlardan birkaç tanesi. Hapishaneye önce çok büyük kale duvarlarından, sonra aşılmaz kendi duvarlarının arasından geçerek girebiliyorsunuz.
Binalarda mahkumlar çok büyük ve tavanı çok yüksek hücrelerde kalmışlar. Hücreler, film ile dizilerde de kullanılmış. Burada kullanılan dekorları olduğu gibi bırakmışlar. Çok da iyi olmuş, hayal gücünüzü destekliyor. İçeri girdiğinizde yazın bile yüzünüze buz gibi bir soğuk çarpıyor. Istırap gibi bunu hissediyorsunuz. Sabahattin Ali’nin kaldığı kısımda duvarlara şiirlerini asmışlar. Fonda, bestelenmiş şiirlerini dinleyerek içleniyorsunuz.
Tüyleriniz ürperiyor. Azılı mahkumların yola getirilmesi için kullanılan disiplin hücreleri inanılmaz. Benliğinize kırbaç gibi işliyor. Oraya düşmüş insanların sağ olarak çıktıklarına inanamıyorsunuz. Kadınlar koğuşu ile çocuk ıslahevi de var. Geçen yıla kadar çocuk ıslahevi gezilebiliyordu. Ancak şimdi yıkım tehlikesi nedeniyle kapalı. Anadolu’nun Alcatraz’ı olarak tanınan cezaevinde üç firar olayına rastlanmış.
Hepimizin çok iyi bildiği ‘Eşkıya dünyaya hükümdar olmaz’ türküsünün yakıldığı Rizeli Sandıkçı Şükrü ile Giresunlu Mustafa Suphi, her ikisi de denize atlayıp yüzerek kaçmışlar. 3. Firar daha yakın zamanlarda gerçekleşmiş. Emin Aladağ, ayakkabısına sakladığı kıl testere ile uzun zaman demirleri kesmiş, yemek yediği şimşir kaşıkla da duvara tırmanıp denize atlamış. Ne şans ki 3 gün sonra sığındığı evin sahibi polis olunca yakalanıp tekrar cezaevinde dönmüş. Ancak 1987 yılında salıverilmiş.
Şehrin tarihi kısmı çok güzel duruyor. Cezaevinden çıkıp yavaş yavaş etrafı seyrederek yürüyebilirsiniz. Yolunuzun üzerindeki fırınlardan sıcacık, dumanı üstünde nokullardan almayı ihmal etmeyin. Karşınıza ilk çıkan Alaattin Camisi olacak. Sinop’un Selçuklularca fethinden sonra Aladdin Keykubat adına yapılmış. Dikdörtgen planlı caminin bahçesinde mermer şadırvan ve bahçesinin bir köşesinde Candaroğullarına ait türbe bulunuyor.
Caminin tam karşısındaki Pervane Medresesi’ni, Selçuklu Veziri Muinüddin Süleyman Pervane yaptırmış. Girişi mermer olan Medresenin, üstü açık eyvanında mermer bir havuz bulunuyor. İçeride yemek yiyebileceğiniz restoran, çok güzel el işi ürünlerin satıldığı dükkanlar ile havuzun başında çay, kahve içebileceğiniz bir kafe var. Günün yorgunluğunu atıp yola tekrar devam edebilmek için ideal bir mekan.
Şehirde birçok tarihi cami, türbe var. Benim için en ilginç olanı Ömer Seyfettin’in ‘Başını Vermeyen Şehit’ adlı hikayesine konu olan Seyyid Bilal Hazretleri’nin türbesi oldu. Türbe şehre hakim bir tepede. Etrafında başka mezarlar da var. Anadolu’daki diğer mezar taşlarından oldukça yüksekler. Mezar taşlarının yüksekliği, ölen kişinin eğitimine, unvanına göre belirleniyormuş.
Burada yatanlar üst düzey eğitimci ya da devlet görevlisi olmalı. Bir de tepede olunca mezar taşları devasa görünüyor. Özellikle gün battıktan sonra gitmenizi öneririm. Çok güzel ışıklandırılmış. Yaşlı ağaçların altında huzur içindeki mezarlar, devasa mezar taşları ile çok daha uhrevi görünüyor.
Arkeoloji Müzesi’nde tunç çağından Bizans dönemine kadar olan döneme ait bölgede çıkan eserler ile ikonalar sergileniyor. Müzenin hemen önünde MÖ 6. yüzyıla ait Sarapis Mabedi’nin temelleri bulunuyor.
Merkez, sizi etkileyecek tarihi binalarla çevrili. Sahil şeridi ise kafeler, restoranlar, çay bahçeleri, yürüyüş alanları ile huzur dolu. Aradığınız her şeyi burada bulabilirsiniz. Sinop’un meşhur cevizli mantısını, çıtır çıtır Karadeniz pidesini, mevsim balıklarını yiyebileceğiniz her keseye uygun lokantalar var. Hediyelik eşya dükkanlarında el dokuması örtüler ile tamamen el işi, ahşap tekne/kotra maketlerini bulabilirsiniz.
Ünlü Coğrafyacı Strabon, Sinop’taki kırmızı toprağın “sinopik” diye adlandırıldığını, Antik çağda Sinop’un en değerli ürünü olduğunu “Coğrafya” adlı eserinde anlatıyormuş. Bu topraktan kırmızı mürekkep ile mineral boyası üretiliyormuş. Üretilen boya; gemi, tahta, ev, mobilya boyamasında kullanılıyormuş. Halen dünyada “sinopik kırmızı” renk adı olarak kullanılıyormuş. Bu nedenle kırmızı bir tekne maketi aldım. Baktıkça bana gezdiğim yerleri güzellikleri hatırlatıyor.
Biraz da Sinop’un etrafını anlatmak isterim. Şehre 11 km mesafede Hamsilos Koyu veya Fiyordu ile karşılaşıyorsunuz. Koruma altındaki Hamsilos Tabiat Parkı, Ak Limanı da içine alarak geniş bir kıyı şeridini kapsıyor. İçinde mesire yerleri, kafe, çeşme, yağmur barınağı, plaj bulunuyor. Ülkemizdeki tek fiyort. Hani diyorlar ya “Yeşille mavinin birleştiği, Karadeniz’in incisi” diye işte buraya gelince daha iyi anlıyorsunuz. Yemyeşil ormanların arasında, hırçın Karadeniz bir nehir gibi sakin, ormanın içine girmiş. Anlatmakta kelimelerin yetersiz kaldığı Hamsilos Fiyordu’nu mutlaka gidip görmeniz, tertemiz havasını ciğerlerinize çekmeniz gerekiyor.
Hamsilos’tan sonra ülkemizin en kuzey ucuna doğru devam edin. Hiç pişman olmayacaksınız! Sizi İnceburun Feneri bekliyor. Denize en yakın noktadaki tarihi fener hala kullanılıyor. Hele bir de bulutsuz, güzel bir gün batımı yakalayabilirseniz unutulmaz olacaktır.
Ayancık yolundaki son durağımız Sarıkum gölü ile Sarıkum plajı. Kuş cenneti olarak bilinen Sarıkum gölünde kuş çeşitliliği çok. Ayrıca göç yolu üzerindeki bir durak. Biraz ilerisindeki Sarıkum plajı ise 4 km. uzunluğunda. İnce sarı kumu ile çok bakir bir plaj. Bu alandaki canlılığın bozulmaması için “Tabiat Koruma Alanı” statüsüne alınmış. Giderken yanınıza yiyecek, içecek, güneşten korunmak için şemsiye almayı unutmayın. Hemen yanındaki Sarıkum Köyü’nden de bir şeyler bulabilirsiniz ancak tedbirli olmakta fayda var.
Sinop’ta denize girebileceğiniz diğer bir plaj da Karakum plajı. Ormanla çevrili olan plajın etrafında çok fazla otel, motel, kamp alanı mevcut. Her zevke, her keseye uygun.
Sinop’a giderken ya da dönerken 28 irili ufaklı şelaleden oluşan Erfelek diğer adıyla Tatlıca Şelaleleri’ne uğramadan dönmeyin. İlk şelalenin bulunduğu yerde çay bahçeleri, yemek için küçük bir restoran ile piknik alanı bulunuyor. Buraya gelmeden önce mutlaka ayağınıza kaymayan sağlam ayakkabılar ile yedek kıyafet almayı unutmayın. Şelalelerin dış kısmına çok güzel yürüyüş parkurları yapmışlar ancak sadece yürüyüş yapabiliyorsunuz, şelaleleri göremiyorsunuz.
Bu nedenle ilk şelaleden sonra doğruca dere kenarına inip, suyun içinden tırmanarak son şelaleye kadar giderseniz manzara sizi büyüleyecektir. Bir kez daha yeşil ile mavinin hele bir de sonbaharsa bu renklere ilave olarak kırmızı, sarı ile kahvenin en güzel tonlarını görebilirsiniz. Yanınıza biraz para almayı ihmal etmeyin tepede sizi bekleyen bir sürpriz var. Sıcacık çay, lezzetli ayran, közde patates, haşlanmış mısır yiyebilirsiniz. Dönüşü çevre yolundan yapmanız daha güvenli. Dönüş yolunda bir çay bahçemiz daha var. Kaçırmayın derim.
Pek çok yerini anlattığım Sinop’un Akgöl yaylasını, İnaltı Mağarasını, Bazalt Kayalıklarını, Kaya Mezarlarını, Ayancık’ı, Boyabat’ı, en şirin ilçesi Gerze ile horozunun sesini keşfetmeyi size bırakıyorum. Türkiye’nin en mutlu ili unvanına sahip Sinop, gizli hazinelerini görmeniz için sizleri çağırıyor. (Yazı: Gülçin Soytutan)