Her kış İzmir’e kar yağma ihtimali çılgına çevirir İzmirlileri. Havada uçan hafif bir kar tanesi üzerinden başlar sevinç gösterileri. Sokaklarda sağa sola koşturan, kendinden geçen İzmirliler, kara olan hasretini anlamlandırır tüm eylemlerinde.
Balkanlardan geldiği rivayetiyle dönem dönem yurdumuzu etkisi altına alan soğuk havalar tüm Türkiye’de kar yağışları aracılığıyla yolları kapatır, ulaşımı çaresiz kılar. Hava tahmini yapan web sitesi ve cep telefonu programlarındaki “kar yağma ihtimali” üzerinden bekleyişe geçen İzmirliler, kar kente uğramasa da karın durakladığı noktalara kar görebilmek için akın eder.
Tüm bu eylemlerin odağında kar görmek isteyenlerin tercihleri arasında kendini çok ele vermeyen Karagöl’e düştü yolumuz.
Miskin bir pazar gününde yataktan kalkmak ve kalkmamak arasındaki türlü kapışmanın sonunda günün yarısını ettik. Arabaya bindiğimiz anda bile kafamızda beliremeyen güzergaha yola çıktıktan sonra karar verdik.
Karagöl fikrine eşlik etmek isteyen arkadaşları da araca dahil ettikten sonra en kısa yoldan, zaman kaybetmemek adına Karagöl’e çevirdik direksiyonu.
Yolda yakıt sıkıntısı çekmemek için girdiğimiz istasyonda LPG dolumunu yaptırırken, “acaba biraz da benzin mi alsaydık” sorusu kafamı kurcalarken, çoktan Yamanlar Dağı’nın eteklerinde bulduk kendimizi.
Geçmişe nazaran görece güzelleşen yollarda Bütünşehir Yasası ile köyden mahalleye çevrilen Yamanlar’ı geçer geçmez arabanın benzin uyarı ışığı kendini gösterdi. “Araba LPG yerine benzinle mi gidiyor endişesi” içimi yerken ne Sezgin’i ne Sultan’ı ne de Ferzan’ı bu endişeye ortak etmek istemedim.
Anılar ve anılar…
En son lise yıllarımda izci kampına katılmak amacıyla geldiğim İzmir’in yanıbaşındaki bu kaçamak merkezi, her geçen yıl İzmirlilerin keşfetmesiyle çok daha fazla insanı ağırlamaya başlamış anlaşılan.
Şehir merkezinden yaklaşık 35 kilometre uzaklıkta yer alan ve yol durumuna göre bir saatte ulaşılabilen Karagöl’e ilerlerken gidiş ve dönüş yönünde birbiri ardına ilerleyen günibirlikçileri görünce buralar da keşfedilmiş diyoruz hep birlikte.
Uygun düzlüklerin olduğu yeşilliklere serilen, mangallarını yakıp içkilerini yudumlayan İzmirlilerin dumanına ortak olurken, apar topar yollara düşmenin hazırlıksızlığı ile yanımızda su bile getirmediğimizi farkediyoruz.
Herkes su bile almamış olmayı birbirine ihale ederken, yolların dar ve zaman zaman delik deşik yapısı nedeniyle sızlanmalar da başlıyor. Sezgin soğuktan, Sultan mangal ve egzoz dumanından şikayet ederken; Ferzan uykuya dalma ihtimalini konuşuyor. Bütün bu şikayetler yaşanırken kafamda az önce yanan benzin uyarısı ile teknik donanımı ve bakımı hakkında çok da bilgim olmayan bir arabanın sürücü koltuğunda oturmanın inanılmaz hislerini yaşıyorum kendi kendime.
Bir dönem verem savaş dispanseri olarak kullanılan ve benim de lise yıllarımda izci kampına katıldığım alanın yanında geçerken o günlere dönüyorum. Bir süre sonra Karşıyaka Belediyesi’nin sporcu merkezi olarak hayata geçirdiği projenin sapağından Karagöl’e çeviriyoruz yönümüzü.
İzmir’e bu kadar yakın bir noktada yer alan saklı güzelliğe gitmek isteyen onca araçla birlikte yolumuza devam ederken sağımızda zaman zaman uzaktan kendini belli eden İzmir Körfezi’ne de bakış atıyoruz.
Kardan adamlı arabalar
Karşı yönden dönüşe geçen araçların ön camına özenle yerleştirilmiş minik kardan adamlar İzmirlilerin kara olan hasretinin hangi aşamada olduğunu ifade ediyor bir kez daha.
Zaten kar görme imkanı olmasa bu soğuk havada kimse Karagöl’e gelmeyi aklından bile geçirmez bence.
İkinci vitesle bir ine bir çıka, sağlı sollu buzlu tepeleri aşarken, hafif buzlanmaların yaşandığı yolda korkarak iyice yavaşlıyorum.
Babamın, “Buzlu yolda asla frene basılmaz” öğütü kulağımda çınlarken, tamamıyla buzla kaplı kaygan yolda hafif bir şekilde frene basınca altımızdaki Micra bir anda kendi ekseninde dönmeye başlıyor. Neyse ki sağımız da solumuz da güvenli ve uçurum riskinden uzak.
Arabada herkesin hissettiği duyguların en az 10 misli panik yaşarken soğukkanlı duruşumdan taviz vermiyorum.
Karagöl’e 2 kilometre tabelasını görünce derin bir oh çekip Orman ve Su İşleri Bakanlığı görevlisinin kontrolünün ardından adeta çamur deryasına dönüşmüş bir yoldan Karagöl’e giriyoruz.
Hazırlıksız ekip
Ayağımdaki spor ayakkabılar ve hazırlıksız yakalandığım soğuk havaya rağmen eriyen buzlarla çamur deryasına dönüşmüş göl kıyısında yürümeye başlıyoruz hep birlikte.
Kısmen buz tutan ve donan bölümlerde yürümeye çalışan ördeklerin kayarak sergilediği pozlara gülerken, en büyük zevkim olan buz kırma macerasına girişiyorum.
Ferzan eldivenlerini almaması nedeniyle kendine kızarken, ben Sultan’la göle en yakın adım atılabilecek noktaya kadar inip elimdeki sopayla buzları kırmaya çalışıyorum.
Sezgin’in tüm uyarılarına rağmen buz kırmanın keyfini yaşarken bir anda ayağım kayıyor ve tek ayağım az da olsa suya giriyor. Sultan’ın yardımıyla olay yerinden uzaklaşırken, Sezgin’in “ben uyarmıştım” bakışları eşliğinde kahkahayı patlatıyoruz.
Az önce arabayı parkederken Sultan’ın “Biri göle düşse ne komik olur” sözleri de sanki yaşanacaklar belliymiş gibi düşündürürken, çamurun içinden yürüye yürüye hem soğuğu hem de çamuru yenmeye çalışıyoruz.
Çevrede sıralanan onca araçla Karagöl’e gelenler yaktıkları mangallarla gölün keyfini çıkarmaya çalışıyor. Çevre kirliliğinin kendini fazlasıyla gösterdiği göl kıyısında İzmirlilerin Karagöl’ü keşfetmemesi temennilerimizi sunuyoruz sürekli.
Tüm isli havası, mangal kokusu ve çevre kirliliğine rağmen kente bu kadar yakın olan doğa harikası bir noktaya gelebilmek çok güzel.
Güzel demişken Karagöl’ü hala birçok İzmirlinin (tüm keşfedenlere rağmen) keşfetmemiş olması da güzel…