Patmos’a doğru

0
168

Sabahın erken sayılabilecek bir saati olan 7’de kalkıyoruz. Bir gece önceden hazırladığımız bavullar ve sırt çantalarımız ile İzmir’den Kuşadası’na doğru yola çıkıyoruz. Heyecan var; çünkü ilk defa yatılı bir biçimde gemi turuna katılacağız. Kuşadası Limanı’ndan gemiye son biniş 11.30; ancak o saate kalmamak gerekiyor. Pasaport kontrolleri ve oluşabilecek herhangi bir aksiliğe karşı dikkatli olmak gerek. Hele benim gibi saatler konusunda oldukça takık ve paranoyaları olan birisi iseniz daha da erken olmak zorundasınız. Geç kalmaktansa beklemeyi tercih edenlerdenim. Bir bakıma garantici de diyebilirsiniz.

 

Kuşadası Limanı’na vardıktan sonra vakit kaybetmeden hemen pasaport kontrolüne giriyoruz. Yurtdışı çıkış harçlarımızı da önceden Ziraat Bankası aracılığı ile yatırmıştık. Ülkeden çıkan çıkana! Eskiden 70 YTL olan çıkış harcı şimdilerde 15 YTL; istisnasız herkes ödüyor. Yurtdışına çıkma lüksüne sahip olandan bir parça yararlanmak herhalde amaç.

Aydın Kuşadası Deniz Hudut Kapısı’ndan uluslararası gümrüklü bölgeye giriş yapıyoruz. Vergisiz satış kısmındaki ürünleri inceleyip emsal ürünlerle fiyat karşılaştırması yapıyoruz. Özellikle parfüm ve makyaj malzemeleri oldukça pahalı; vergi eklenmiş fiyatlarını düşünemiyorum bile… Alkol ve diğer ürünleri de şöyle bir süzdükten sonra bir an önce gemiye binme kararı alıyoruz. Ben, ablam ve ablamın arkadaşı aynı kamarada kalacağız. Ancak turla ilgili ayrıntıları bilmediğimizden dolayı; kamaramız suyun altında mı, makine dairesine mi yakın, içinde banyosu var mı gibi sorular hala aklımızdan geçiyor.

Gemiye doğru yürürken gümrüklü alanın son çıkışında Kızılay’a ait bağış kutusu göze çarpıyor. İçinde her milletten paralar var ve kutu üzerinde haç ve ay yan yana!

Gemimiz tüm heybetiyle karşımızda. Adı “Aegean Pearl”. Yunan bandıralı bu geminin isminin Türkçe karşılığı ise “Ege İncisi”…

Gemiye girmeden önce birkaç fotoğrafla gemi yolculuğumuzu ilk resmi belgelerini cebimize koyuyoruz. Gemiye uzanan merdivenin başında bir masa, masadaki yabancı mürettebat pasaportları istiyor, uzatıyoruz. Kabin numaramız 259, hala merakımız sonlanmış değil. Bavullarımızı arkada bekleyen görevliler alıyor. Biz geminin tam orta katından giriş yapıyoruz. Bu arada güvenlik tam anlamıyla sağlanmış. Her yolcunun kendine ait üzerinde isminin yazdığı barkodlu giriş kartı var. Gemiye girişte bu kartı okutuyoruz. O anda web kameradan fotoğrafımız da çekiliyor. Bir nevi kayıt altına alınıyoruz.

Geminin tam orta katında kabul yeri ve alışveriş merkezi bulunuyor. Kapıdan girdiğimiz an bize iki görevli eşlik ediyor. Bizi kabinimize kadar götürüp genel bilgileri verecekler. Arka arkaya dizilmiş çoğu Güneydoğu Asyalı kat görevlileri eşlik edecekleri yolcuları bekliyorlar. Gemi çalışanları arasında çekik gözlüler çoğunlukta.

Kabinimiz geminin en alt katındaymış. Her bir kat inişimizde korkularımız ve endişelerimiz artıyor. Acaba odamız denizi görüyor mu diye kendi kendimize soruyoruz. Nihayet en alt kata iniyoruz. Merdivenden iner inmez sağa kıvrılıp karşımızdaki dar koridora giriyoruz.

Koridorda en sondan bir önceki kabin bize ait. Kapı açılıyor ve içinde ince ekran televizyon bile olan bir oda karşımızda beliriyor. Odayı kısa bir süre içinde tanıdıktan sonra neredeyse 5 yıldızlı otel kıvamında olan bu konforlu ortamdan memnun kalıyoruz. Endişelerimiz yersizmiş. Anahtarlarımızı cebimize koyup gemiyi keşfe çıkıyoruz.

İlk durağımız 4 kat yukarımızda olan toplantı ve gösteri salonu. Oldukça büyük olan bu kısımda bir de sahne bulunuyor. Dans dersleri, eğlence şovları ve gece eğlenceleri bu katta düzenleniyor. Ayrıca tüm yolcuları ilgilendiren pasaport dağıtımı, güvenlik uygulamaları da yine tüm konukların iştirak ettiği oturumlarla burada düzenleniyormuş.

Asma bir katta bulunan internet kafe, oyun odası ve çocuk odası ile kütüphaneyi de gördükten sonra bu kez güzellik salonu ve kumarhanenin yanından geçiyoruz. Geminin kıç tarafına çıkmadan piyano bar bizi karşılıyor. Piyano ve klasik müzik eşliğinde içkisini yudumlamak isteyenler için birebir. Ayrıca yabancı dil dersleri ile origami dersleri de bu salonda veriliyor.

Geminin Yunan bayrağının dalgalandığı kıç kısmından henüz ayrılamadığımız Kuşadası’na bakıyoruz. Havada hissedilen serinliğe rağmen güneş her yeri net bir biçimde gözler önüne seriyor.

“Riviera” Salonu’na çıkıyoruz. Bizden önce gemide olan turistlere katılıyoruz. Herkes açık büfede karnını doyurma telaşında. Her yemeğin önünde bilgi kartı var. Domuz eti olup olmadığını algılayabilmek amacıyla hazırlanmış. Yemeklerle ilgili soru sormayı engelleyen nitelikte. Meyveler görsel bir şölen şeklinde özenle yerleştirilmiş. Her şeyden bol bol var özellikle yemek ardından gelen tatlı kısmı fazlasıyla güzel. Sınırsız olması da ayrı bir heyecan!

Keşif turumuzu tamamlayıp biraz dinlenmek amacıyla kabinimize dönüyoruz. Az sonra bir duyuru yükseliyor. Gemimize yeni katılanlar için güvenlik tatbikatı! Kabinlerimizde olan can yeleklerimizi alıp toplantı salonuna geçiyoruz. Olası bir tehlike anında can yeleklerini nasıl kullanacağımız konusunda bilgilendirme yapılıyor. Her yer turuncu insanlarla dolu. Ardından tekrar aşağıya dönüş…

Kapımız çalıyor. Bizim odamızdan sorumlu kat görevlimiz Sachin geliyor. Bize kendisini tanıtıyor. İngilizceye oldukça hâkim. Türk olduğumuzu duyunca seviniyor. Türkleri çok seviyormuş. Marituşlu olduğunu söylüyor. Moritanya mı diye soruyorum. Hayır diyor. Morituş neresi bilmiyorum. Madagaskar’ın doğusunda Hint Okyanusu’nda olan bir ada devletiymiş meğer. Afrika Birliği’ne üye bir ülke. Oldukça küçük. Üç yıldır bu gemide çalışıyormuş Sachin. O andan itibaren Morituş diye hitap ediyoruz kendisine. Kulağa hoş geliyor…

Ablamın daha kabine girdiği ilk andan itibaren eşyalarını sağa sola savurmasının kötü etkisi, her geri dönüşümüzde Morituş’un odamızı derli toplu hale getirmesi ile sona eriyor. Keşke evde de böyle olsa diyoruz, çıktıktan sonra her şeyimiz düzenlense…

Sachin gerçekten çok sıcakkanlı; bir süre sonra bana dostum diye hitap etmeye başlıyor. Her kabinden çıktığımda kısa bir süre sohbet ediyoruz…

Sachin’in verdiği günlük programa bakıyoruz. Saat 2’de Yunanca dersi gözüküyor. Biraz uyku çekip derse gidiyoruz. Programda görünen Piyano Bar’da kimseler yok. Bardaki görevliye Yunanca dersi nerede diye sorduğumda söze Maria giriyor. Buyrun istediğiniz yerde!

Maria’nın annesi Yunan, babası Fransız’mış. İçi kıpır kıpır. Türkiye’yi çok seven bir Yunan kadını. Uygun bir yere oturuyoruz. Notları içerisinden özel hazırlanmış Yunanca çalışma kâğıtlarını çıkartıyor. Başlıyoruz saymaya alfa, vita, gama…

Kısa bir süre sonra Yunanca öğrenmek isteyen İngilizler geliyor. Gemimizde yaş ortalaması oldukça yüksek olduğundan her yerde yaşlı insanlar var. İngilizler bizim pratik hızımıza yetişemiyorlar. Kızgın bakışlar ardından Türk olduğumuzu duyunca şaşırıyorlar. Bizi Türk’e benzeten yok. Türkleri nasıl biliyorlarsa?

Ders beklediğimizden zayıf ve kısa sürüyor. Bu muydu tepkileriyle koşturarak Salsa dersine gidiyoruz. Latin Amerikalı bir dans hocası rahat bir biçimde sürekli dans ediyor. Turistlerden dans etmek isteyen herkes pistte. Ben izlemeyi tercih ediyorum.

Ordan oraya koşuşturmanın verdiği yorgunlukla artık Patmos Adası’na çıkmadan önce biraz dinlenelim diyerek kabinlerimize dönüyoruz.

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz