En rahatsız yerden verilen koltuğa sıkışarak 2,5 saatlik hava yolculuğunun bitmesi imkansız. Zaten olabildiğince karmaşık olan zihnimi sakinleştirebilmek adına biraz uykuya ihtiyacım varken dar bir koltuk can sıkıcı.
Hostesin “en arka iki sırada boş yerler var” sözleriyle alelacele 10 numaralı koltuktan kalkıp 32 numaraya geçiyorum.
O sırada pencere kenarında oturan ve orta sıradaki koltuğa da eşyalarını yayan muhtemel İranlı yolcu toparlanmaya çalışıyor. Beden diliyle “rahatsız olmana gerek yok” işareti yapıyorum. Az önce bacağımı, kolumu dahi kıpırdatamazken uçağın en arkasında rahat bir yolculuk geçirebileceğim için fazlasıyla mutluyum.
İran‘da Tebrizli arkadaşım Shahin Doshabchi’nin organizasyonu ile Tahran’dan Tebriz’e geçerek Tebriz’deki kültürel değerleri ziyaret etme düşüncesine sahipken, yolculuğa tam iki gün kala Shahin’in “Ben İsfahan’a fuara gidiyorum, Tebriz planı iptal” cümleleriyle hayalkırıklığının en büyüklerinden birini yaşıyorum.
Her zaman en az iki farklı planla hareket etmeye alışkın biri için bu tek planlı görünüm işleri sarpa sararken, harekete geçerek alternatif planları devreye sokmaya çalışıyorum.
Bir basın toplantısında tesadüfen karşılaştığım Hürriyet Gazetesi’nden Burcu’nun, Dünya Gazetesi’nden Sedat Abi’nin daha önceden İran’a gitmiş olduğu bilgisini hatırlatması kıvılcım yaratıyor bende. Ben bunu neden düşünememiştim diyerek vakit kaybetmeden Sedat Abi’yi arıyorum. Sağolsun biri Tebriz’de biri Tahran’da olmak üzere iki ayrı kişi öneriyor. Aynı dakikalarda yüksek lisanstan sınıf arkadaşım Yasemin ise İranlı arkadaşı, Tahran’da yaşayan Mitra’ya haber veriyor benim gideceğimi.
Bir A4 kağıt üzerine alt alta sıraladığım telefon numaraları ve isimleri, okumak üzere yanıma aldığım kitabımın arasında taşıyorum. Vodafone’un tüm dünyada geçerli ön ödemeli 60 dakikasını da satın aldığımdan telefon konusunda sıkıntı çekmem düşüncesindeyim.
İlk aşamada Sedat Abi’den numarasını aldığım Tahran Türk-İran İşadamları Derneği ofisinde çalışan Fatma Hanım’ı inince arayıp oteller hakkında bilgi alırım adımını kurguluyorum kafamda. Bunun dışında bir adım yok aklımda maalesef. Yolculuğun başında Mitra’nın oğlunun kolunu kırdığı ve benimle ilgilenmesinin zor olacağı bilgisi de Yasemin’den geliyor. Tamam diyorum çaresizce bir kez daha.
Sırt çantamda İran seyahat rehberi kitabım ve ben bir bilinmezliğe doğru yol alırken yaşayacaklarımın sıradanlığı ve tesadüfler silsilesine bağlılığı hem heyecanlandırıyor hem de korkutuyor aynı anda.
Uçakta yemek servisi
Uçak kalkışından yaklaşık 20 dakika sonra gerçekleşen yemek servisi yanımda oturan kişiyle ilk canlı diyalogun kurulduğu an oluyor. Birbirimize gülümserken nereli olduğunu sorduğum Pooria, Tahran’da yaşadığını ve Antalya’da yaptığı tatilden İstanbul üzerinden döndüğünü anlatıyor kısa sürede.
Fırsat bu fırsat deyip hazır Tahran’da yaşayan birini bulmuşken ardı ardına patlatıyorum sorularımı Pooria’ya. Nerede kalabilirim, nereye gidebilirim, havalimanından şehir merkezine nasıl gidilir gibi en basit ulaşım taktiğinden, tüm turistik merkezlere kadar Tahran şehir yaşamı hakkında donanımlanırken, Pooria küçük not defterime bir sorunla karşılaşmam halinde kullanabileceğim küçük Farsça notlar alıyor.
Telefon numarasını da verdikten sonra zamanların uyması halinde belki görüşebiliriz diyor. Yemeği tüketip çayları da içtikten sonra uçak inişe geçiyor. Pasaport kontrolünde İran vatandaşları ile yabancı ülke vatandaşları ayrı bankolardan geçtiğinden Pooria ile zorunlu ayrılık yaşıyoruz. Bir yanda turistik vize ofisi, bir yanda sigorta ofisi derken Tahran İmam Humeyni Uluslararası Havalimanı alışılageldik havalimanlarından çok da farklı değil.
Sadece 3 polis memurunun görev yaptığı pasaport bankolarında uzunca bir kuyruk oluşuyor. Uçaktan inen İranlılar çok kısa bir sürede ülkelerine giriş yapabilirken, yabancıların kuyruğu bir türlü ilerlemiyor. Ağırlığı Suudi Arabistan, Irak ve Birleşik Arap Emirlikleri’nden oluşan yabancı yolcular çoluk çocuk kuyrukta bekliyor.
Batılı ülkelerden gelen tek tük yabancı dış görünüşüyle kendini ele verirken, sarışın renkli gözlü kadınların rejimle imtihanı başlarında tutmaya çalıştıkları başörtüleriyle gülümsetiyor benim yüzümü.
Pasaport kontrolünden sonra sana yardımcı olurum diyen Pooria’nın beni bekleme ihtimalinin artan süre nedeniyle gitgide ortadan kalktığını farkederken, kuyruk azalmanın aksine çoğalıyor gitgide. Her yeni inen uçakla kalabalık artarken pasaport kontrolünden sorumlu polislerin lakayıtlıkları herkesi geriyor, laf atmalar başlıyor.
Herhangi bir olumlu olumsuz diyaloga girmekten çekindiğim kuyrukta bir saati aşkın geçen süreye rağmen bir ilerleme olmazken bir anda sol taraftaki bankoda bir hareketlilik göze çarpıyor. Yeni gelen polis memurunun açtığı bankoya yöneliyorum ben de sıranın yarısında bekleyen diğer insanlar gibi…
Çıkınca nasıl olur, nereye giderim, taksiye mi binsem, metro mu olur derken kuyruğun yavaş yavaş ilerlemeye başlamasıyla şükür diyorum kendi kendime.
Kuyrukta tanışma
Tam o sırada “Muhammed Bey, Muhammed Bey” diye yüksek tondan telefonla konuşmaya çalışan biri dikkatimi çekiyor iki kişi arkamda. Türk olduğunu anladığım kişiyi göz hapsine alırken bir türlü çekmek bilmeyen cep telefonumun ayarlarını manuel olarak değiştirmeye çalışıyorum. 4 ayrı yerel GSM operatörünü de denememe rağmen başarı sağlayamıyorum. İran saatiyle 14.55’te inmemize rağmen saat 17.00’ye yaklaşıyor. Telefonda Muhammed Bey’le konuşmaya çalışan kişi de kalabalıktan şikayet ediyor konuşmasında, bir türlü geçemiyoruz kontrolden diyor.
İzmir’de benden “sağ salim indim” telefonu bekleyen anneme yaklaşık 2 saattir ulaşamadığım da aklımın bir köşesinde yer ediyor. Oysaki Vodafone’un yurtdışı paketini önceden satın alarak telefon problemini aştığımı düşünüyor annem. Bir aksilik olduğunu düşünerek panik yapmasından korkuyorum.
Muhammed Bey’le telefon görüşmesini sonlandıran kişiye yaklaşarak hangi hattı kullandığını sorarak lafa girip telefonumun bir türlü çalışmadığını anlatıyorum. Vodafone’lu olduğunu söylüyor o da. Bir türlü çalışmayan telefon konusunda bir sonuca ulaşamayınca neden İran’da olduğumuzdan söz ediyoruz ikimiz de.
İş için Tahran’a ikinci kez gelen Şamil Özdemir, Diamsan adlı firmada Yüksek Makine Mühendisi olarak görev yapıyor. Firmasına alternatif pazarlar aramak üzere geldiği Tahran’da birkaç iş görüşmesi yapmayı planladığını paylaşıyor benimle.
Daha önceki deneyimleri ve Tahran’a ait birkaç soruya da yanıt aradıktan sonra beni bekleyen biri olmadığını ve gidecek yer konusunda çok da fikir sahibi olmadığımı anlıyor Şamil Bey. Kaldığı Ferdowsi Grand Hotel’i tavsiye ediyor ve beraber gidebiliriz diyor otele kadar… Diyalogumuz sırasında bitmek bilmeyen ve adeta çileye dönüşen pasaport kuyruğunun da sonuna geliyoruz.
Pasaportumu alan evire çevire inceleyen pasaport polisi “Ahmet?” diyor. Boşta bulunarak Türkçe evet diyorum ben de karşılık olarak.
Yüzüme bir kez daha bakıp giriş damgasını vuruyor pasaportuma… Ben valizimi almaya giderken Şamil Bey de geçiyor kontrolden. Plansız programsız, sürprizlere açık Tahran seyahatinde daha 15 dakika önce tanıştığım Şamil Bey’in peşine takılarak ilk adımlarımı atıyorum.
Şamil Bey az önce telefonda ısrarlı konuşmalarına tanıklık ettiğim Muhammed Bey bizi şehir merkezine götürecek diyor. Onca insanın taksi var çığlıkları arasında Muhammed Bey’le buluşuyoruz. Ayaküstü ilk golü öpüşme seremonisinde yiyorum. İranlılar yanaktan üç defa öpüşüyor. Ben ikiden sonra geri çekilince Muhammed Bey havada kalıyor. Özür diliyorum.
Peugeot’un İran’da ürettiği bir arabaya atladığımız gibi şehir merkezine yolculuğumuz başlıyor. Arabanın şoför mahallinde İran Azerisi Tebrizli ve Türkçe konuşan Muhammed, ön koltukta 15 dakika önce tanıştığım Yüksek Makine Mühendisi Şamil Bey ve arkada iki günde 3-4 defa İran planları değişen ben. Çölün üzerinde safariye çıkmış gibi hissederken Tahran beklediğimden daha da karışık olacak gibi.
ancak okudum…
vaz mı geçsem İran’a gitmekten