Gezmek bir yaşam biçimi benim için. Her soluk aldığım güne daha önce görmediğim bir yerde başlamanın verdiği heyecanı öteki hiçbir şey yaşatamaz herhalde. Gezmek para işidir diyenlere, gezmek plan-program-detay işidir diyenlere inat çıkıyorum her yolculuğa.
Kiminde son dakikaya kadar hiçbir şey hissetmiyorum, kiminde uçağa biner binmez gözümden dökülüyor birkaç damla gözyaşı korkuyla yüzleşince.
Bazen a-b-c planlarıyla detaylandırırken seyahatimi, bazen ineceğim havalimanında belli oluyor bir sonraki hareket noktası. Uzun bir süre aralıksız, izinsiz çalışma derken kaçıp gitmeyi koymuştum kafamın bir yerlerine.
İş arkadaşım Ayşegül’ün işe dönüş tarihinin netleşmesiyle beraber şeytan dürtmeleri başladı beni bir kez daha. Bu kez kendime yüksek tondan fısıldadığım İran seyahatine girişme zamanı gelmişti sanırım.
Yıllar yılı hayalini kurduğum, bir zamanlar ilk yurtdışı seyahatim olmalı dediğim İran için atmaya başladı kalp atışlarım her zamankinden daha hızlı. Ambargoların sarmaladığı İran, dış dünyaya kapalı hali ve her türlü soru işaretiyle bir cazibe merkeziydi benim için.
İlkokul yıllarımdan beri süregelen merak duygusunu dindirebilmek adına öncelikle kendime söyledim bir kez daha “İran’a gidiyorum, gideceğim” diye. Sonra çevremden birkaç kişiye açtım fikrimi, tepkileri ölçüp cesaretimi artırmak için.
“Helal olsun”, “bizi de götür”, “tarihleri ayarlayıp beraber gidelim” diyenler de oldu; “kelleni alırlar”, “ne yapacaksın orada”, “başka yer mi bulamadın Allah aşkına”, “İran’da seni götürürler”, “inşallah geri gelirsin” esprileriyle karışık endişeli çıkışlara da rast geldim çok doğal olarak.
Türkiye ile İran’ın çok ama çok uzun yıllardır sürdürdükleri iyi ilişkilerin bir sonucu olarak her iki ülke vatandaşları bir diğer ülkeyi ziyaretinde vizeden muaf. Bu vizesizlik avantajını İranlılar çok iyi değerlendirmişler.
Son yıllarda İran’dan İstanbul, İzmir ve Antalya’ya adeta turist akını var. Güzergahın diğer ucuna bakıldığında ise grafik hemen hemen bırakılan yerde yerinde sayıyor. (2013 yılında İran’ı ziyaret eden Türk sayısı 232 bin- İran’dan Türkiye’ye gelen turist sayısı ise 1 milyon 200 bin civarında)
Tüm istatistiklere, tüm popüler yerleri o oldukları yerde bırakarak trenle mi uçakla mı derken alıverdim uçak biletlerimi 21 milyonu aşan nüfusuyla dünyanın en kalabalık başkentlerinden biri olan Tahran’a. Gidiş dönüş biletler alındıktan ve zaman da yaklaşmaya başladıkça zihinde canlandırılan fikri aileye açma zamanı da geldi.
“Ben Tahran’a bilet aldım, şu şu tarihlerde gidiyorum” deyince babam şaşırdı kaldı. Normalde çok daha büyük ve kontrolsüz bir tepki vermesini beklediğim annem ise filanca komşunun akrabası karavanla gitmiş, İran korkulacak bir ülke değil demişlerdi dedi.
Babam şeriat düzeninin bendeki olası yansımalarını düşününce haklı olarak geriliyordu. Hiç bilmediğim bir kültür içerisinde gayriihtiyarî yapabileceğim bir yanlış nedeniyle cezalandırılırım diye korkuyordu.
En basitinden fotoğraf çekilmesi yasak bir yerde fotoğraf çekmem halinde kendimi anlatmama müsaade etmeden cezalandırırlar diye bile endişe ediyordu. Ona göre -ki zaman zaman ben de aynı şekilde düşünürüm- demokrasinin kıt olduğu yerler, keyfi uygulamalar nedeniyle insanlar için büyük risk taşıyordu. Yakın çevremden aldığım birkaç destek mesajının da gülümsemesiyle iyiden iyiye havaya girmiştim.
Kredi kartının geçmediği, internetin kısıtlı olduğu, uluslararası hotel ve hostel rezervasyon sitelerinin çalışmadığı bir ülkede nasıl bir plan yapacaktım bilinmez.
Gidiş zamanı gelip birkaç tanıdık aracılığıyla ulaştığım kapılar da bir bir yüzüme kapanınca iyiden iyiye telaşa düştüm. Helalliklerini aldığım ailemi geride bırakırken her şey kontrol altında mesajımla onları sakinleştirirken, Tahran’da beni neyin, ne şekilde beklediğini bilmiyordum. Öte yandan internetteki gezi yazılarından ve İran gezi rehberinden okuduğum bilgiler ışığında en azından havalimanından şehir merkezine hareket edecek kadar bilgiye sahiptim.
“İranlılar İngilizce bilmez”, “sokaklarda kadınlarla konuşamazsın”, “kimse sana yardımcı olmaz”, “parana eşyana sahip çık” söylemlerini test edercesine zaman git gide yaklaşıyordu.
İstanbul Atatürk Havalimanı’nda bizi Türk Hava Yolları’nın İstanbul-Tahran uçağına taşıyan otobüse binince kafamda yıldızlar çarpışmaya başladı. Az önce uçak saatini beklerken yanımda sıralanan o güzel makyajlı hanımlar daha uçağa binmeden aprondaki otobüste bir anda çantalarını karıştırmaya başladı.
Çantalardan çıkartılan başörtüleri ve şallarla rejimin istediği hal ve tavra bürünemeye başlayan her yaştan kadınla, alkol servisi yapılmayacağını bildiğimiz uçağa doğru harekete geçtik.
Cep telefonumdan son yer bildirimlerini yaparken 2,5 saati aşacak uçak yolculuğuna hazır gibiydim. Türklerin Tahran’ı, İranlılar ve dünyanın Tehran dediği başkente doğru havalanacaktı uçak.
Bir de uygun derken ne kadar gibi uygun 🙂
Cevap için teşekkürler…
Cuma gece orada olacağız. Pazartesi sabah dönüşüm. Sana göre Cuma gece yolda geçirip cumartesi İsfahan’a pazar Tahran mı yapsam yoksa hiç zorlamayıp 2 günü Tahran’a mı ayırsam. Bir günde şehir gezme tecrübem var sabah 7’de çıkar gece 12’ye kadar durmadan gezebilirim. Yollarda da uyuruz 🙂
Burada karar senin. Bana sorarsan çok koşturma olmadan içine sine sine Tahran’ı gez derim. Havalimanı-Tahran arası taksi ile yolculuk 60.000 Tümen civarındaydı. Daha fazlasını verme.
Tehrana gece 23:00 de ineceğim acaba direk havalimanından isfahana taksi yada dolmuş bulabilir miyiz? Acaba ne kadar maliyeti olur. 2 kişi yolculuk yapacağız. Tehrana dönüş için uygun uçak buldum. Gece yolculuğu yapıp sabah isfahana varabilersem gitmek istiyorum yoksa Tehranda kalacağım…
Dolmuş yok. Ancak taksi seçeneği çok. İki kişi sorarak, pazarlık yaparak uygun fiyata gidebilirsiniz. Mutlaka pazarlık yapın.