Terezin ismi tek başına çok büyük bir anlam ifade etmese de tarihe tanıklık eden ve yaşanmışlıklarıyla birleşen görüntüsüyle insanı insanlığından utandıran bir hale bürünüyor.
18.yüzyılın sonlarına doğru kurulduğu bölgeyi daha iyi biçimde korumak ve kollamak amacıyla inşa edilen kamp sonradan hapishane olarak da kullanılmış. 1940 yılına gelindiğinde Çekoslovakya tıpkı bölgedeki diğer yerler gibi Hitler tarafından işgal edilince Terezin daha sonradan anılacak o kötü günleri toplama kampı olarak geçirmeye başlamış. II. Dünya Savaşı’nın tamamında 32 bin esire evsahipliği yapan kamp 8 bin kişinin mezarı olmuş aynı zamanda. Salgın hastalık tifonun kampta yayılmasına kimse aldırış etmemiş, hastalığa yakalananları Naziler kendi hallerine bırakmışlar. Savaş ardından askerlerin ve gardiyanların kaçmasıyla sona kalanlara gönüllü sağlıkçılar destek olmuşlar.
Çek Cumhuriyeti’ne gelip tarihe mal olmuş bu bölgeyi görmemek olmaz. Prag’dan yaklaşık bir saat süren yolculuğa soğukla beraber koyuluyoruz. Hava yağmurlu, rahatsız edici bir soğuk var. Otobüs kampın önündeki geniş otoparka park ediyor. Biz hafif hafif yağan yağmurla beraber çalışma kampının önündeki ince uzun yola giriyoruz. Hemen sağda olabildiğince geniş bir alana yayılan Hıristiyan ve Yahudi mezarlıkları selamlıyor hepimizi. Katliamı göz önüne getiren bu mezar hepimizin canını sıkıyor.
Girişte ödemeyi yaparken Türk olduğumuzu hemen anlayan gişe görevlisi Türkçe bir broşür uzatıyor bizlere. Yağmurun etkisiyle çamurlaşan dar yollarda kampı gezmeye koyuluyoruz. O günlerden bugüne her şeyi olduğu gibi bıraktıkları için etkisi daha fazla vurucu oluyor üzerimizde. Esirlerin kaldığı koğuşlara giriyoruz. Yoğun küf kokusu, pislik ve kimsesizlik görüntüsü rahatsız ediyor. Çürümüş duvarlar, dik ıslak çatılar, küçük pencereler, havasızlık ve iç karartıcı ortam. Renklerin kapalılığı ve geçmişin düşüncesi sıkıyor iyice canımızı.
Geniş tahta masaların üzerinde esirlerin çizdiği sanal dama ve satranç düzlemleri o günlerde zamanın nasıl geçtiğini hatırlatıyor. Sorun çıkartanları tıktıkları minik, tek kişilik koğuşlar, o iğrenç pislik içerisindeki tuvaletleri ile insanın nefes alamayacağı kadar küçüklükte yaşama şansı bırakmıyor.
Müzeleştirilen binada döneme ait belgeler, yazışmalar, fotoğraflar ve esirlere ait orijinal eşyalar sergileniyor. Deri-kemik haline dönüşen insanların fotoğrafları sabah kahvaltısında nohut kahvesi ve bir dilim ekmek verilen esirlerin nasıl bu hale geldiklerini anlatmaya yetiyor. Ağır koşullarda saatlerce çalışarak Almanlara hizmet etmek çoğunun gepegenç ölümüne yol açmış.
Kızılhaç’tan gelen yetkililere gösterilmek üzere kampın yanına yapılan modern görünümlü binalar ise sadece yetkililer denetime geldiğinde göstermelik olarak açılıyormuş.
İri iri puntolarla duvara yazılan “arbeit macht frei” ibaresi ise “Çalışmak Özgürleştirir” anlamına geliyormuş. Maksat bu insanların modern bir çalışma kampında oldukları izlenimini yaratmakmış. Zaten buraya getirilenlerin çoğu çalışma kampına geldiğini düşünüyormuş.
Geniş dezenfekte odalarında ayda bir toplanan kıyafetler tepeden fışkırtılan ilaçlı sularla dezenfekte edildikten sonra esirlere ıslak ıslak giydiriliyormuş. Bazı odalarda gaz verecek büyük borulara rastlıyoruz. Bu odalara toplanan esirlerin nüfusu arttığında verilen gazla beraber ölümler gerçekleştiriliyormuş kısa ve hızlıca. Bir nefes fazla yaşamak isteyenler diğerlerinin üzerine çıkarak hayta daha fazla kalmaya çalışırken esirlerin birbirilerinin üzerine çıkmaya çalışmaları gülerek izleniyormuş. Birçok esir tıbbi inceleme yapılmak üzere iç organları ve vücudunun hemen hemen her yeri parçalanarak doktorlar tarafından etik olmayan biçimde kobay olarak kullanılmış.
Dünyanın en “uzun” bir o kadar da kısa olan tünelinin hemen ardında gelen geniş düzlük esirlerden idam edileceklerin idamına sahne olan alan olarak kayıtlara girmiş. Ölüme gidecekler bu kısa tüneli “uzun uzun” hayatlarını düşünerek geçerlerken tünelin ışığı ölümlerine giden yolu anlatıyor.
İdam veya gazla öldürmelerin yanı sıra yakılarak ölümler için hazırlanan krematoryum hala o günleri yaşamaya imkan veriyor. Müzeleştirilen krematoryumda bir insan bedeninden geriye kalan kül miktarını daha iyi anlayabilmek için yan yana birkaç kişinin külleri sergileniyor. İddialara göre insan derisinden abajurlar ve küçük hediyelik eşyalar yapılmış bu kampta.
Daracık koğuşlarda tahta ranzalarda en az 100 esir kalıyormuş beraber. Uyumak çok mümkün gözükmese uzun bekleyişlerin ardından kurtulabilenler oldukça şanslı. II. Dünya Savaşı boyunca kamptan kaçmaya teşebbüs edenler olmuş haliyle. Toplamda sadece üç kişi kaçarak kurtulabilirken kaçmaya teşebbüs edenlerin hepsi esir koğuşlarının açıldığı avlunun yüksek cephesinde ibret olması amacıyla asılmışlar. Bugün ibretlik cephede dünya barışını ifade eden ve barışa katkısı olan ülkelerin isimleri yazılı.
Çok gerilerde olmayan yakın tarihimizin acı günlerini çok yakından izleyebileceğiniz bu alan tüm insanlığa ibret olması amacıyla mutlaka gezilmeli. “İnsan” olabilmenin anlamı üzerine aklınıza çok fikir gelecektir kampta emin olun.