Geçmişe Yolculuk: Transilvanya

1
595

Bütçenizi zorlamadan, koca bir yılın yorgunluğunu üzerinizden atıp, yeni yerler, yeni tadlar ve kültürler keşfedeceğiniz ilginç bir deneyime ne dersiniz? Gelin benimle…

Aylardan Eylül. Yazın o kavurucu sıcakları bitmiş, tatil için en sevdiğim ay gelmişti. İstanbul’dan yaklaşık 10 saat süren bir gece yolculuğundan sonra, gözlerimizi adeta gökyüzüne kadar uzanan dev meşe ve kayın ağaçlarına açıyoruz. Birbirinin içinden fışkıran yeşilin her tonu… Romanya’nın Alpleri de denilen ve Transilvanya Bölgesini kuşatan Karpat Dağlarının kıvrımlı yollarında otobüsümüzle ilerliyoruz.

Transilvanya Bölgesi, Romanya’nın batı ve orta bölgelerine verilen isimdir. İlk varış noktamız olan Sinaia’ ya geliyoruz. Yol boyunca masallardan çıkmış izlenimi veren köyler, kasabalar… Ve karşınızda ihtişamıyla nefeslerinizi kesecek Peleş Şatosu veya Kalesi 1881 – 1914 yılları arasında hükümdarlık yapmış Romanya Kralı Carol 1 ve eşi Elisabeth çıktıkları bir seyahat sırasında görür görmez aşık oldukları Sinaia Bölgesine bir şato yaptırmaya karar verirler.

Yaklaşık 1300 km’lik alana kurulu şatonun inşaası 40 yıl kadar sürmüştür. Şato Alman mimar Wilhelm Doderer ve Johannes Schultz tarafından Neo-Rönesans tarzında tasarlanmıştır. Başlangıçta kraliyet ailesinin yazlık evi ve av köşkü olarak kullanılmış olup, daha sonrasında, 1914′te Kral Carol’un ölümünden sonra defi buraya yapılmıştır.

Şatonun avlusunun ortasında çeşitli ülkelerin paralarının atılmış olduğu bir dilek havuzu dikkatimizi çekiyor. Şatonun içerisine girmeden bahçenin her yanında bulunan heykelleri inceliyor ve tek tek fotoğraf çekiliyoruz.

Kalenin içini gezmek için 20 Lei, fotoğraf çekmek için 5 Lei daha ödemelisiniz. Bu arada Romanya, Türk parasının değerli olduğu nadir ülkelerden bir tanesi. 170 oda ve 30 banyodan oluşan şatoyu ziyarete gelen her ülke hükümdarı için ayrı bir oda tahsis edilmiş. Bu hükümdarlar kendi ülkelerini yansıtan mimari tarzda dekorasyonla misafir olarak konakladıkları odaları dizayn etmişler. Osmanlı odası, Arap odası, Fransız odası vb. de bunlardan bazıları. Osmanlı odasında nargilelerin içildiği şark köşesi gibi detaylara rastlıyoruz.

Şatoyu gezerken o dönem yapılan savaşlarda kazanılmış 4000 parçalık zırh, kılıç, silah gibi malzemelerin sergilendiği bir oda da dikkatimizden kaçmıyor. Peleş Şatosu, dönemin ilk elektrik ağıyla açılıp kapanabilir tavan ve merkezi ısıtma sistemine sahip teknolojik şatosu olarak tarih sayfalarında yerini alıyor. Şatonun duvarlarını süsleyen gösterişli 2000 adet tablo ve birçok gizli kapı ve geçitler de görülmeye değer.

Kral Carol 1 ve Elisabeth’ in bir kızları olmuş ve hastalık sonucu ölmüştür. Carol 1’in ölümünden sonra tahta varis olmak üzere, yeğeni Hohenzollernli Ferdinand’ı evlat edinmiştir. Kral Ferdinand ve eşi Marie fazla gösterişli ve süslü buldukları Peleş Şatosunun 100 metre yanında, daha mütevazi ve sade Alman Ortaçağ tarzında “Pelişor Sarayı”nı yaptırıp burada yaşamlarını sürdürmüşlerdir.

Şatodan ayrılmadan önce köylü kadınların minik sepetler içerisinde sattıkları nefis dağ çilekleri ve böğürtlenlerden de almayı unutmadık.

Görkemli Peleş Şatosunu ziyaretimizin ardından, Bran Şehrinde yer alan Bran Şatosuna doğru yola çıkıyoruz. Bran Şatosu, Kont Drakula filmlerine konu olmuş vampir efsanesiyle ünlü. Drakula ismi İrlandalı romancı Bram Stoker‘in 19. yüzyılda yazdığı Drakula adlı kitabında bu şatoyu tasvir etmesiyle hayat buluyor. Yazar Drakulayı gündüzleri mezarda uyuyan geceleri ise ortaya çıkan bir vampir olarak tasvir etmiştir. Stoker’ın kitabı İncilden sonra en çok basılan eserdir.

Bran Kalesi ve nam-ı diğer Darkula Şatosu 1212 yılında ilk olarak Titan Şovalyeleri tarafından tahtadan inşaa edilir. 1242 yılında Moğolların saldırısıyla yıkılır. Macaristan Kralı 1. Louis döneminde Braşov Saksonları tarafından kale, taş malzeme kullanılarak yeniden inşaa edilir. Osmanlı tarihinde Kazıklı Voyvoda olarak bilinen 3. Vlad, Osmanlılara karşı yapılan savaşta yenilmesiyle 12 yaşında esir alınır. 6 yıl kadar Edirne Sarayında tutulur. Fatih Sultan Mehmet ile iyi ilişkilerinden dolayı Eflak Prensliğine atanır.

Osmanlı askeri sistemi ve dilini de öğrenen Kazıklı Voyvoda, zamanla gözü dönmüş bir caniye dönüşür. Kazıklı Voyvoda lakabı da binlerce insanı canlı canlı kazıklara geçirterek, oluşturduğu dairenin ortasında yemek yemekten zevk almasından gelir. 3. Vlad, Türklerden nefret etmekte ve eline Türk esirler geçince derilerini yüzdürüp, açığa çıkan etlerinin üzerine tuz dökerek keçilere yalatmaktaydı.

İnsanları doğramak, kazanlarda kaynatmak için özel yöntemler uygulamıştı. Tüm bunlardan haberdar olan Fatih Sultan Mehmet, 3. Vlad ve Eflak Prensliğine karşı bizzat kendisi sefer hazırlıklarına başladı. Eflak Prensliğinin ordusu bozguna uğratıldı, fakat Vlad ‘ın Macaristan’ a kaçtığı öğrenildi. Aralık 1476 ‘da Vlad Bükreş yakınlarında iken ansızın yapılan baskınla boğazlandı. Kesilen başı padişaha gönderildi. Tarihin en acımasız hükümdarı Vlad Drakul döneminde birçok vahşate imza atmış, kan dökücülüğü sebebiyle vampir olarak efsaneleşmiş ve filmlere konu olmuştur.

Doğrusu öyküsünü duyduktan sonra, Bran Şatosundaki işkence aletleri, çivili sandalye, testere, kafa presi, göğüs kerpeteni bizleri korkutmadı desek yalan olur.

Şatodan çıkınca meydandaki pazardan Kont Drakula figürlü hediyelik eşyaları almadan ve Romanya özgü kaşkaval peynirini de tatmadan olmaz.

Transilvanya turumuza rengarenk evleri, arnavut kaldırımlı caddeleri ve cıvıl cıvıl meydanıyla BRAŞOV‘la devam ettik. Braşov, Romanya’nın başkenti Bükreş’ ten sonra ikinci en turistik şehri. Zamanında Transilvanya, Macaristan topraklarındaymış. Osmanlı’ dan korkan Macar Kralı, Transilvanyayı koruması için davet ettiği Alman kökenli şövalye toplulukları Braşov’ u kurmuş. Burada yaşayan Alman nüfus, 2. Dünya Savaşı sonrasında Romanya komunist rejime geçtiği için Almanya ya da Sovyet Rusya’ya zorla sürgün edilmişlerdir. Günümüzde Braşov’da yaşayan Almanlar ise nüfusun sadace %0,5’i.

Braşov meydanında, adını 1689 yılında çıkan bir yangından alan “Kara Kilise” gotik tarzdaki mimarinin güzel örneklerinden. 7 ton ağırlığındaki çanlarıyla Romanya’nın en ağır çanına sahip kilisesi. Kilisenin dış cephesindeki sütunlardan birinin çatı ile birleştiği yerde bir çocuk heykeli dikkatimizi çekiyor. Çocuk sanki birşeyi düşürmüş de eğilip almaya çalışıyor şeklinde tasvirlenmiş.

Çocuğun bu duruşuyla ilgili çeşitli hikayeler varmış. Bunlardan biri de bir cinayet hikayesiymiş. Kilisenin yapımında çalışan bu çocuk o kadar sıkı çalışıyormuş ki; iş arkadaşı onu kıskanmış ve kontrol sırasında aşağıya itmiş. Daha sonra, çocuk ölünce çok pişman olmuş. İş arkadaşı olan papaza günah çıkartmış. Bunun üzerine, çocuğun anısına bu heykeli yaptırmaya karar vermişler.

Braşov’da Karpat Dağlarının uzantısı olan ve şehri çevreleyen Tampa Dağı şehri tepeden görmemiz için en iyi nokta. Aynı zamanda Braşov’ un ilk kalesinin de bulunduğu tepeye, teleferikle üç dakikada çıkılabiliyor. Tepede Hollywood stilindeki Braşov yazısına ulaşabiliyorsunuz. Ayrıca, Braşov şehrinde Romanya’nın köklü ve entellektüel burjuvaları yaşamaktadır. Kışın ortalama sıcaklığın – 4 derece olduğu bu şehirde, kayak turizmi de oldukça gelişmiştir.

Braşov’da Romence adı Ciorba de Burta olan ülkemizin ve Balkanların milli yemeği olan işkembe çorbasının da tadına bakmamak olmaz. Braşov, mimarisi, cafe ve restorantlarıyla gelenlerin beklentisini boşa çıkarmıyor.

Braşov’un etrafı dağlar ve tepelerle çevrili. Şehir, ticaret yolları üzerinde bulunması ve vergi muafiyeti sebebiyle her dönem kuşatma altında olmuştur. Bu nedenle, evlerin mimari yapıları “kale- ev” şeklinde güçlü ve aralıksız duvarlara sahip.

Tertemiz havası, düzenli caddeleri ve modern şehir yaşantısı ile Braşov haftasonları için güzel bir kaçamak olacaktır.

Evet… Gezimizin sonuna geldik, güzel anılarla dönerken; bu kadar yakınımızda böyle güzellikler varken bunları bilememiz çok garip…Bir çivisine bile dokunulmadan günümüze kadar korunmuş eski köy ve kasabalar, şatolar, ortaçağ tarihi ve mimarisine meraklı olanlar için keyif garantili. (Yazar: Gülen Yılmaz)

1 Yorum

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz