Buram buram ot kokusu sarmış ortalığı.
Bir yandan kırsala özgü o sesler…
Hiçbir şey aramadan, uzunca bir süre teslim olmak lazım bu sese, bu kokuya…
Tatile olan özlem, beraberindekilerin değeriyle birleşince şehrin koşturmacasını hiç mi hiç düşündürmüyor insana.
Dışarısı yavaştan ısınmaya, güneşin etkisi altına girmeye başlarken evin taş serinliğinde zor da olsa uyanıyoruz.
Saç baş dağınık, kendimize gelememişiz henüz.
Ellerde havlular Kadir’in deyimiyle “başka bir denize” gidiyoruz bu kez ayılmak için. Çeşme’nin girintili çıkıntılı koylarında Ege Denizi’nin birbirinden farklı renkte ve kıyı yapısındaki sularından seç seçebildiğin kadar.
Kadir’in rehberliğinde saklı bir güzelliğe merhaba derken, bizden erken davranıp paldır küldür denize atlayan bir arkadaş grubunun yanından yürüyoruz yavaşça.
Beton kıyıdan derin görünen suya ilk kim atlayacak tartışması başlarken ihale bana kalıyor. Atlar mıyım, atlayamaz mıyım diye düşünürken biraz mırın kırın ettikten sonra hiç estetik olmayan bir pozisyonda soğuk suda buluyorum kendimi. Hafif hafif atan yağmur denizle buluşurken Kadir ve Eren de bırakıyor kendini suya.
Tüm olumsuz enerjiyi kaybediyoruz bir anda. Suyun özenle hazırlanmış sıcaklığı bizi kendimize getirirken, “işte bu” diyoruz hep bir ağızdan…
Yarım saati aşan serinleme maratonunun ardından paslı merdivenden kıyıya çıkıyoruz geride denizi bırakarak. Gürültülü arkadaş grubundan biri havluya sarılıp kurulanmaya çalışırken söze giriyor bir an benimle göz göze gelip:
-Enişte su nasıldı, soğuk mu?
Kısa bir kendine gelme çabasını atlatıp önce enişte kelimesini çözüyorum sonra da yok diyorum soğuk değil!
Arabaya binip kısa ev yolculuğu sırasında “enişte” hitabına gülüyoruz hep birlikte.
Gözlemeye yolculuk
Denizin uyandırdığı bedenlerimizi bu kez sıcak suyla buluşturup şok etkisi yaratıyoruz. Hızlı bir giyinme seansının ardından hepimiz Ildırı için hazırız.
Kadir’in öve öve bitiremediği Ildırı’ya gözleme yemeye gideceğiz.
Gün içerisindeki planda yer alan tırmanma etapları ve sıcak havanın etkisini düşünerek şort giymemizin daha sağlıklı olabileceği uyarısında bulunsa da Kadir, Eren ve ben pantolonlarımızdan vazgeçmiyoruz.
Kahvaltı ile öğle yemeği arasında bir zamanda ulaştığımız Manzara Kafe eşsiz manzarası ve denizden gelen hafif esintiyle iştah açıyor. Pazar gününü değerlendirmek isteyenlerin boş bırakmadığı masalar arasından şansımıza yeni kalkmakta olan bir grubun boşalttığı masaya yerleşiyoruz.
Bir an bile yanından ayırmadığı fotoğraf makinesiyle Kadir, bulduğu uygun açıları değerlendirip deklanşörüne dokunurken, Eren ile birlikte Kadir’in açı arayışı heyecanını gözlemleyip gülümsüyoruz.
Ev yapımı limonata ve çay eşliğinde gelen gözlemeler kısa süre içerisinde tükeniyor. Özellikle zeytinyağı ve kekikle süslenmiş iri domates söğüşün tadı gözleme ile yarışacak cinsten. Kişi başı birer gözleme yedikten sonra bir ekstrayı da üç kişi bölüşüp ortadan kaldırıyoruz.
Ildırı’nın 28 adacığından görebildiklerimizi keşfetmeye çalışırken çıplak gözle bize en yakında duranlardan, üzerinde tek ağaç olan adaya burada Zeki Müren Adası denildiğini öğreniyoruz Kadir’den. Zamanında devletten adayı satın alma girişimi başarısızlıkla sonuçlanan Zeki Müren’in adı kalmış buralarda…
Tabi en uzakta karanlık bir kara parçası olarak görünen Sakız’a selam vermezsek olmaz… Eren’e “Sakız’ı görebiliyor musun” diye sorunca yine mi der gibi bakıyor yüzüme…
Günün en iyi karelerinden birkaçına evsahipliği yapan Manzara Kafe’den ayrılıp Ildırı Köyü’nün içinde yürüyüşe geçiyoruz.
Erythrai Kenti
Antik dönemdeki adı Erythrai olan Ildırı uygulanan sit nedeniyle kültürel ve mimari kimliğinden çok bir şey kaybetmemiş. Ege’nin en iyi enginarlarının yetiştirildiği köyde sakin ve sessiz yaşam haftasonu ve özellikle yaz mevsiminde hareketleniyor. Deniz, kum, güneş üçlüsünden ziyade daha butik ve kültürel bir arayışa yanıt veriyor Ildırı. Arkeolojik alan ise tarih meraklılarının vazgeçilmezi.
Ildırı’nın Erythrai antik yerleşiminden ötürü 2.derece sit kapsamına alınmasından köylüler şikayet etse de her geçen gün betonlaşan ve kötüye doğru giden turistik merkezlerin gazabının benzerine uğranılmaması adına bir koruma kalkanı oluşturuyor sit.
Geçmişte antik kentten taş alınarak evlerinin temellerinde kullanılan köylüler bugünlerde bir çivi bile çakamamaktan yakınıyor. 1950’lere kadar Erythrai antik kentinde bulunan kilisenin sapasağlam ayakta olmasına rağmen bugün bir cephesinin ortadan yok olmasını nasıl açıklarlar bilemiyorum…
Antik kente doğru giden yürüyüşümüzde fotoğraf karesi oluşturabilecek her ayrıntıyı görüntülüyoruz. Traktörler, terkedilmiş hurda arabalar, köy evleri, pencereler, insan manzaraları ve tabelalar…
Eğimli yoldan ağır ağır tırmanarak Erythrai kentinin korunaksız girişine ulaşıyoruz. Küçük minibüslerle turla geldikleri anlaşılan bir kalabalıkla beraber antik kente giriyoruz.
Sıcak etkilerini dakika dakika artırırken toz toprak, taş, çalı çırpı demeden tarihe yolculuk başlıyor. Uzun zamandır bakım ve temizlik yapılmadığı her halinden belli olan antik kentin içinde turistlerin geçerek yürümeye uygun hale getirdiği patikayı aşınca antik tiyatronun sahnesinde buluyoruz kendimizi.
Erythrai’de başlayan kazı çalışmaları ödenek yetersizliğinden 1983 senesinde durdurulmuş. Kazı çalışmalarında Athena tapınağı, tiyatro, anıt mezar, Hellenistik ve Roma dönemine ait villalar açığa çıkarılmış. O günden bugüne yeni bir kazı çalışması başlatılmamış. 2005 yılında İsviçre’nin Bern kentinde bulunan Arkeoloji Enstitüsü, Ankara Üniversitesi ile birlikte kazılara başlamış ve bir süre sürdürmüş. Ancak günümüzde kazılar gördüğümüz kadarıyla devam etmiyor.
Anlatılara göre Mısırlılar hazırladıkları çok büyük bir Herakles heykelini Anadolu’ya göndermiş. Heykeli getiren Mısırlı denizciler onu Sakız Adası ile Erythrai arasında bir adacığa bırakmış. Kuvvetin ve gücün simgesi Herakles’e kim güçlüyse sahip olsun demişler. Her iki taraf, aylarca uğraşmasına rağmen bu eseri kendi kıyılarına çekememiş. Sonunda Erythraili kadınlar saçlarını uzatmış ve onlardan yapılan halatların yardımıyla Herakles’e sahip olmuş. Bugün anlatılardaki bu Herakles heykeli hakkında maalesef hiçbir bilgi yok.
Tepe noktasına doğru
Çalı çırpının arasında ip gibi patika yolda ilerlerken her an karşımıza çıkan deniz manzarası ile bir süre duraksayıp tepeden köye ve denize bakıyoruz. Yürümenin etkisiyle sıvı atma ihtiyacımız da canlanıyor haliyle. Bir süreliğine aramızdan kaybolan Eren’i göz ucuyla çalıların arasında görüntülüyorum.
Rahatlamış bir şekilde yanımıza gelen Eren ve Kadir ile birlikte önce harap haldeki kiliseyi gördükten sonra Ildırı’yı selamlayan Türk bayrağının yanına geçip, Zeki Müren Adası ile diğer adalara bakıp manzarayı tüketmeye koyuluyoruz.
Ağır ağır tırmandığımız antik kentin tepe noktasına ulaşıyoruz.
Ellerimizde telefonlar ve fotoğraf makineleri ile birbirinden farklı kareleri ölümsüzleştirirken Çeşme gibi turistik bir merkezin bu kadar yakınında yer alan antik kentin sahipsizliği ve bakımsızlığı yürek yakıyor.
Atılacak adımlarla tarih meraklılarının uğrak noktası haline getirilebilecek Erythrai başka öncelikler nedeniyle görmezden gelinmiş.
Artistik pozlarımızla kullanmalık fotoğraflar yarattığımız tepede güneşin altında denize, adalara bakıp keyif yapıyoruz. Uzaklardan bize bakan Sakız adasına bir kez daha selam gönderdikten sonra geldiğimiz yoldan bu kez biraz daha hızlı biçimde geriye dönüyoruz.
Susuzluk ve güneş çarpması mağdurları olarak antik kentin hemen girişindeki kafede soluklanıyoruz. Birer su ve buzlu çay molasından sonra köy sokaklarındaki fotoğraf çekimleri tam gaz sürüyor.
Tam arabayla eve dönüp yemek hazırlama sohbetini başlatmışken Kadir bir anda geldiğimiz yola sapıyor bir kez daha.
Mavi traktörle beraber kombinasyonlu fotoğraflar çekebileceğimiz öngörüsünü başka bahara ertelememek isteyen Kadir, Eren ile benim öteleme hayatı felsefemizle paralel doğrultuda kararlar aldıkça mutlu oluyoruz.
Instagram, Facebook, Twitter, Foursquare derken çektiğimiz karelere yorum üstüne yorum gelirken eve dönüp yemek hazırlığına girişme zamanı yaklaşıyor bu kez.
Yol üzerinde birkaç noktada alışveriş için durup bir şeyler alırken, birkaç defa da güzel an yakalayan Kadir’in fotoğraf molası için duraklıyoruz. Çektiği fotoğrafları kolay kolay paylaşmayan Kadir’in karelerini yazıyla birlikte yayımlamak üzere talep ediyorum. Zar zor ikna olan Kadir seçimleri kendi yapıyor.
Kadir’in mutfağı
Evinde kendine has bir ortam yaratan ve her seferinde özgün yenilikler ve denemelerle hazırladığı yemeklerinden bir örnek sunmak için mutfağa giren Kadir’in talimatlarını yerine getiriyoruz.
O istedikçe çekmeceyi açıyor, buzdolabından istediği malzemeyi verip, istediği oranda baharatı yemeğe katıyoruz.
Bütün bu hazırlıklar sürerken bir türlü vazgeçemediğimiz tavla oynamaya da zaman yaratıyoruz Eren’le. Şeytanın bacağını bir türlü kıramayan ben, yenilgi üstüne yenilgi alarak ağzımın payını fazlasıyla alıyorum birer kez daha…
Tepside yaptığı tavuğu çok az bir yağ ve bol baharat karışımıyla eşsiz bir lezzete dönüştüren Kadir’in yemek kadar özendiği harika sunumuyla veda masasına oturuyoruz bu kez.
Bir gece önceden başlayan uzoya da devam ederken hep bir ağızdan en kötü günümüz böyle olsun cümlesi çıkıyor ağızlardan…
Beraber geçirilen zaman, beraber geçirdiğin insanlarla anlamlı…
Yazının ilk parçası: Camın iki yanı
Kadir Yasin Atkın’ın Objektifinden Ildırı Fotoğrafları İçin Tıklayınız…
yine bağendim….
resimlerle süslenmesi harika…
esmiden bazı yerlerde ‘enişte’ derlerdi…
Şimdi ise moda: hocam…
işte böyle…