Van’da meşhur Van kahvaltımızı yapıp kahvelerimizi içtikten sonra günün kalan kısmını iyi değerlendirmek adına Akdamar Adası’na doğru yola çıkıyoruz. Türkiye’deki en ünlü Ermeni Kilise’lerinden birine sahip olan Akdamar Adası, kilisenin yenilenmesinin ardından oldukça coşkulu bir törenle açılmıştı.
Van’dan Akdamar Adası’na ulaşmak için öncelikle Gevaş dolmuşlarına binmek gerekiyor. Gevaş Van’ın Van Gölü kıyısında Edremit’ten sonraki ilk ilçesi. Vizontele Tuba filminin çekildiği ilçe. Yaklaşık 45 km’lik yol için Ford Transit dolmuşlara 4’er Lira veriyoruz.
Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde ilçeler ve iller arası ulaşımın büyük çoğunluğu 14 kişilik bu dolmuşlarla yapılıyor. Ford markasının Türkiye’de en çok pazar payına sahip olduğu iki bölge burası herhalde.
GEVAŞ
Van Gölü kıyısında süren yolculuğumuz dolmuşun Gevaş’a girmesiyle biraz daha uzuyor.
“Pırtik pırtik kontür bulunur” yazısı asılı bir cep telefonu bayiini görünce gülmekten ölüyorum. “Pırtik” tahmin edeceğiniz üzere “parça” demekmiş.
Gevaş’ın merkezinde tur attıktan sonra yolcuları indiriyoruz. Tam o sırada meydan üzerinde dinozora benzeyen bir hayvan heykeli ile karşılaşıyoruz.
Meğer bu heykel bir zamanlar gündemi fazlasıyla meşgul eden Van Gölü Canavarı’nın temsili heykeliymiş.
İlçenin dışına, Akdamar Adası’na geçiş yapılacak iskelenin önüne geldiğimizde dolmuştan iniyoruz. Sıcak sebebiyle biraz dinlenmek üzere iskele karşısındaki kafede oturuyoruz.
Ağaçların altında birer bira içerek uzaklarda bizlere selam duran Akdamar’ı izliyoruz.
Yurtdışından geldiği her halinden belli olan birkaç yabancı turistte bizler gibi masalarında biraları yudumluyor.
AKDAMAR’IN ADI
Akdamar Adası’nın adının nereden geldiğine ilişkin sorulara verilen en genel cevap bir efsaneyi işaret ediyor.
“Zamanında bu adada yaşayan baş keşişin güzelliği dillere destan Tamaraadında bir kızı varmış. Adanın çevresindeki köylerde çobanlık yapan Müslüman bir genç bu kıza âşık olmuş. Bu genç Tamara’yla buluşmak için her gece adaya yüzermiş. Tamara ise ona gece karanlığında yerini belli etmek için onu bir fenerle beklermiş. Bundan haberdar olan kızın babası, fırtınalı bir gecede elinde fenerle adanın kıyısına inmiş ve sürekli yer değiştirerek gencin boşuna yüzüp, gücünü yitirmesine neden olmuş. Yüzmekten gücünü yitirip, yorulan genç çoban boğulmuş ve boğulmadan önce son nefesiyle “Ah Tamara!” diye haykırmış. Bunu duyan kız da hemen ardından kendini gölün sularına bırakarak boğulmuş. Ah Tamara! isminin dönüşerek zamanla Ahtamarbiçimini aldığı anlatılagelmiş. “
Bu efsanenin tarihi gerçeklerle ilgisinin zayıf olduğu dile getirilse de halk arasında yaygın olarak aktarılan efsane bu şekilde.
Tarihçilere göre ise 9. yüzyıldan itibaren kaydedilmiş olan Ağtamar adının Arapça “ĞMR” kökünden “kabartı, tümsek” anlamına gelen bir kelimeden türetilmiş olabileceği ifade ediliyor. Adın Türkçeleştirilmiş biçimi olan Akdamar 1980’li yıllardan bu yana TC resmî kurumları tarafından tercih edilmekteymiş.
ADAYA DOĞRU
Van Gölü’nün dört adasından en büyüğü olan Akdamar’a gitme vakti geliyor.
Adaya bizi götürecek teknelerin kalktığı iskeleye geliyoruz. İskele girişinde hediyelik eşya, yiyecek ve içecek satan bir dükkan var. Mayodan, terliğe, sigaradan, bisküviye geniş bir yelpazede satış yapıyorlar.
Gidiş dönüş ücreti olan 5 Lira’yı ödedikten sonra sırada olan tekneye binerek Van Gölü’nün sularına açılıyoruz. Hızla kirlendiği her halinden belli olan Van Gölü’ne acilen el atılması gerekiyor. Yoksa bu gidişle temiz bir göl hayal olacak. Kıyıdan itibaren kendini belli eden kirliliğe en çok karşı durması gereken bölge insanı, en çok ihaneti yapan olarak karşımıza çıkıyor.
Tekneden gölü izlerken adaya yaklaşmamız ile beraber kiliseyi daha detaylı seçebiliyor gözlerimiz.
KİLİSE
915 yılında yapılmaya başlandığı ve 921 yılında tamamlandığı bilinen kilise Ermeni mimari tarihine üstün özellikleri ile girmiş durumda.
Özellikle kabartmaları ile dikkat çeken kilise Ermeniler için oldukça önemli bir durumda.
1200’lü yıllarda kiliseye ilave edilen yerleşim birimleri ile beraber ada sivil yerleşime açılmış. Daha sonradan sadece keşişlerin kaldığı ada 1915 olayları ile beraber Ermeniler’in bölgeyi terk etmesiyle boş kalmış.
Doğudaki birçok başka Ermeni anıtı ile birlikte Akdamar Kilisesinin de 1951’de hükümet emriyle yıkımı kararlaştırılmış, 25 Haziran1951’de başlatılan yıkım çalışması o dönemde genç bir gazeteci olan ve tesadüfen olaydan haberdar olan Yaşar Kemal’in müdahalesiyle durdurulmuş!
On yıllar boyunca bakımsız olarak kalan kilise 2005-2007 döneminde Kültür ve Turizm Bakanlığı öncülüğünde, Türkiye Ermenileri ve komşu Ermenistan ile ilişkilerin geliştirilmesine yönelik bir adım olarak, 1,5 milyon dolar harcanarak restore edilmiş.
Hatırlayacağımız üzere kilise 29 Mart 2007 tarihinde TC Kültür Bakanı ve Ermenistan Kültür Bakan Yardımcısının katılımıyla müze olarak tekrar açılmıştı.
ADADA İLK ADIMLAR
Adaya adımımızı atmamızla beraber Müze Kart afişi ile bizlere bakan bir gişe karşımıza çıkıyor.
Görevliye kartlarımızı gösterdikten sonra yürüyerek kilisenin yanına çıkıyoruz. Birkaç fotoğraf çektikten sonra kilisenin 1,5 milyon dolar harcanarak restore edilen kısımlarını görmek üzere içeri giriyoruz. Restorasyondan çok anlamasam da buraya harcanan parayla yapılanların yarım kalmış bir çalışmanın eseri gibi olduğu çok belli.
Tam anlamıyla bitmemiş ve aceleye getirilmiş bir çalışmanın ardından alelacele açılmışa benziyor kilise…
Kilisenin bahçesinden Gevaş’a bakarken Van Gölü’nü ve sırayla uzanan dağların görüntüsünü aklıma kazıyorum. Van’dan sonra buraya gelmekte benim için bir hayaldi…
Kilisenin dışındaki kabartmaları derinlemesine inceledikten sonra Gevaş’tan adaya gelmekte olan teknelere bakıyorum bir süre…
Daha sonra adanın ucunda bulunan Türk bayrağına gözüm takılıyor. Tarih kitaplarında bahsedildiği şekliyle “Van Gölü bir Türk Gölü!” deyip gülümsüyorum.
Adadaki badem ağaçları mevsimi geldiğinde çiçekler açarak güzel bir görüntü sergiliyorlarmış. Şimdilik sadece yeşil yaprakları var.
Ada üzerinde kartpostal ve hediyelik eşya satan barakanın yanından gölün suyuna dokunmak üzere adanın plaj halini alan kıyısına iniyorum. Suya girmekte olan onca kişinin arasında derin derin izliyorum Van Gölü’nü…
GERİ DÖNÜŞ VE EDREMİT
Vakit fazla geç olmadan geri dönüş yoluna koyuluyoruz.
Sadece bu bölgeye has olan dolmuş işletme mantığıyla sinir krizi geçiriyoruz. Akdamar İskelesi’nin önünden bindiğimiz dolmuş 10 kişi binmeden kalkmadığı için sıcağın alnında 1,5 saat beklemek zorunda kalıyoruz. Bu zihniyeti nereden benimsedilerse bir an önce kurtulmaları şart.
Adam başı 4’er Lira’mızı verip dönüşe geçiyoruz. Yolda Edremit üzerinde inip Van Gölü’nün kıyısında semaverden çayımızı içerek güneşin batışını izliyoruz.
Van Gölü bu bölgenin iklimi, insanları ve doğası için büyük nimet ama değeri tam anlamıyla anlaşılamamış. Yetkililerin ve bölge halkının bir yerden başlayarak göl için bir şeyler yapması acilen gerekiyor. Yoksa geri dönülmez sonuçlarla karşılaşılabilir.
Van’a veda ederken yavaş yavaş Doğu Anadolu’yu keşfedeceğimiz bir başka nokta yine bizi bekliyor…