Sisam Adası’nda doğu batı eksenli git-gellerin ardından ikinci güne utana sıkıla merhaba diyoruz. Bir gün öncenin yorgunluğu ve yatmadan önce yapılan kahvaltı saati pazarlıkları fayda etmiyor. Eren ve Evrim derin uykusundan taviz vermezken otelin deniz manzarasına karşı tek başına kahvaltı için ayaklanıyorum.
Esintiyle karışık usul usul yaklaşan güneşe gürültücü turistlerin arasından merhaba derken, kahvaltılık malzemelerin açık büfeye çıkarıldığı ilk anda adeta süpürülüyor olması gözümü korkutuyor.
Bir bardak portakal suyu ve çay eşliğinde yerimi belli ettiğim masama dişime göre bulduğum birkaç parça atıştırmalıkla dönüyorum.
Henüz kahvaltı saatinin bitmesine 1 saat gibi bir süre olmasına rağmen yaşlı çiftler şen kahkahalarıyla kahvaltı salonunda inanılmaz bir gürültü meydana getiriyor.
Çayımı keyifle içtikten sonra sessizce odaya dönüyorum. Uykularından taviz vermeyen kardeşler odaya girmeme rağmen uyanmıyor. Birkaç sesli hareketimin ardından aralanan gözler (Eren) saatin kaç olduğunu sorarak, hala kahvaltı için vakit olup olmadığını anlamaya çalışıyor.
Bir gece önce yatarken beraber kahvaltıya gitmek zorunda değiliz yakınmalarıyla uyumaya çalışan Eren bu kez az önce kahvaltıdan gelmeme rağmen birlikte kahvaltıya gitme teklifinde bulunuyor. Evrim diyalogları sessizce izlerken, Eren’in ısrarları sonucunda hep beraber kahvaltıya inmeye karar veriyoruz.
Sabah bir tur açık büfeyi tavaf ederek dişime göre birkaç parça bulmuş olsam da kahvaltı saatinin sonuna doğru yaklaştığımızdan çok da bir şey bulamıyoruz bu kez.
Isıttığımız ekmek dilimleri ve nutellaya benzeyen krem çikolata ağırlıklı bir menüyle deniz manzaralı masaya geçerek günü planlıyoruz.
Adadaki son günümüzde öğleden sonra saat 4’te limanda olup kiralık aracımızı teslim etmemiz gerekiyor. Saat 4’e kadar olan bölümde ise önce ünlü matematikçi Pisagor’un doğduğu yer olan ve adıyla anılan Pythagoreio’ya gideceğiz, daha sonra ise Sisam’ın Türkiye sahilleriyle en yakın mesafede yer alan plajı olan Psili Ammos’da deniz keyfi yapacağız.
Kahvaltının ardından odada küçük bir siesta yaparak, eşyalarımızı topluyoruz.
Eren’in keyif yapması ve kişisel bakım süreci uzadığından Eren’i odada bırakarak, Evrim’i de alarak otelin sahiline geçiyoruz. Yaşlı turistlerin denize yavaş yavaş girdiği taş plajda şezlongun üzerinde denizin dalga sesiyle sohbete başlarken, ilk günün muhasebesini de yapıyoruz. Hafif hafif esen rüzgarla kendimizden geçmeden, odada yalnız bıraktığımız Eren’in yanına dönüyoruz.
Yatağında uzanırken bulduğumuz Eren telefonuyla internette sörf yaparken son uyarıların ardından hızlıca hareket edip otelden resmen ayrılıyoruz.
Kia Picanto’nun alabileceği maksimum yüke 3 kişi ve 3 kişinin çantalarıyla ulaşarak en küçük bir boşluk bırakmadığımız aracımızla yine yollara düşüyoruz. 13 kilometrelik karayolu adanın doğal yer şekilleri nedeniyle genellikle yüksek eğim üzerinden gidiyor.
Pythagoreio
Sisam’ın merkezi olan Vathi’den tırmanarak aynı zamanda adanın uluslararası havalimanının da olduğu Pythagoreio yolculuğuna başlıyoruz. Bir gidiş bir geliş olmak üzere dar ancak bakımlı olan karayolu üzerinde sağlı sollu sıralanan çiftlik evleri şehir yaşantısından uzakta yaşayan insanların kendilerini dinledikleri birer kaçış noktası haline dönüşmüş.
Gerçi toplam nüfusu 40 bini bile bulmayan Sisam’da nüfus yoğunluğundan bahsetmek çok mümkün olmasa da yine de Vathi ve Karlovasi’de harekete rastlanabiliyor.
Yarım saate yakın bir sürede ulaştığımız Pythagoreio, Türklerin Pisagor, uluslararası camianın ise Pitagor dediği matematikçi, bilimadamının doğduğu kent. Çok detaymış gibi görünse de önce Evrim’le daha sonra da Eren’le Pisagor mu, Pitagor mu tartışmasına girişince her konuşmanın başında Pis(t)agor kelimesi telaffuz ederken bir gülümseme beliriyor yüzümüzde.
Türkiye’de özellikle matematik derslerinden tanıdığımız Pisagor‘a nasıl hitap edeceğiz diyalogu yemek için oturduğumuz mekanda bir türlü gelmek bilmeyen yemeği beklerken de devam ediyor. Ben isimler özel de olsa belli ülke ve dillerde o ülkeye uyarlanmış biçimlerinin kullanılabileceğini savunurken Eren ve Evrim ikilisi özel ismin kendi kullanımında ısrar ediyor.
Bir yandan yemek gelsin diye dua ederken, tartışacak yeni konular arıyoruz.
Sisam’ın diğer adalara ulaşım sağlayan üç limanından birinin de bulunduğu kent, önemli büyüklükte bir yat limanına da evsahipliği yapıyor. Birbirinden farklı bayraklı yat ve tekneler Pythagoreio yat limanına demirleyerek dinlenmeye çekilirken, Türk bayraklı bir tekneyi görünce ister istemez mutlu oluyoruz.
Tartışma ve sohbetin arasında merakla beklediğimiz yemeğimiz geliyor. Bir Yunan adası klasiği olarak özellikle yemek yemek için oturacağınız mekanlarda hız ve servis kalitesinden şikayet etmemeyi baştan kabul edin. Maalesef bu konuda hiçbir gelişme göstermiyor Yunanlar.
Acıkmanın ve beklemenin de etkisiyle ikişer gyros (giros) yiyoruz. Abartı bir şekilde doyduktan sonra Portekizli Jennifer için hediyelik bir şeyler bakma telaşına girişiyoruz. Evrim’in kararsız tavırları ve hediye bakma heyecanına ortak olurken ben de küçük bir anahtarlık ile buzdolabı magneti alıyorum kendime. Eren ısrarlı sorularımıza “Ben burda misafirim yaaa!” hönkürmeleriyle yanıt verirken, bir daha ondan “Bana bunlarla gelme, bana bunlarla gelme!” çıkışını duymamak için bu tip soruları sormamaya karar veriyorum.
İki hediyelik eşya dükkanını gezdikten sonra ilk girdiğimiz dükkana dönme kararı veriyoruz. Evrim daha önce kendisine anlattığım Piasagor Kabı’nın küçüğünden alacak.
Pisagor Kabı
Pisagor Kabı’nın içinde bir yükselti bulunuyor. Herhangi bir içeceği bu bardakla içebilmeniz için doldururken seviyesinin yükseltiyi aşmamasına dikkat etmek zorundasınız. Aksi halde içine boşalttığınız sıvı, bardağın altındaki delikten akıp gidiyor. Düşünür Pisagor, bu buluşuyla “Aza kanaat getirmeyen, çoğu bulamaz” sözünü belirtmek istemiş ve açgözlü kişilere uyarıda bulunmuş.
Uzun ve kararsız bir süreçten sonra hediyelik eşyaları güzelce paketletiyoruz. Ellerimizde torbalar az önce yanından geçtiğimiz fakat farketmediğimiz Pythagoreio heykelinin yanına gidiyoruz. Turist moduna dönüş yaparak heykelle fotoğraf çekilirken, heykelin üzerinde Evrim’e verdiğim hiçbir pozda heykelin bütünü ile beni görüntülemeyi başaramayan Evrim’i alkışlıyorum.
Öğle saatinin etkisiyle iyiden iyiye kavuran sıcak altında tişörtümü çıkarınca Eren’in kıro yakıştırmasına maruz kalıyorum. Tüm yakıştırmalara rağmen bir süre daha yarıçıpla yürüyorum.
Yat limanının çevresinde son bir tur attıktan sonra güneşin altında bizi bekleyen Picanto’ya binerek kentin ara sokaklarına dalıyoruz. Türkiye’deki yazlık beldelere oldukça benzeyen Pythagoreio’ya veda ederken yolculuktaki sürede Evrim bize Portekiz kelimesinin portakal ile bağlantısını anlatıyor.
Osmanlı döneminde Portekiz’den gelen portakal kasalarının üzerinde “portugal” yazdığından portakala portakal demekteymişiz. Evrim’in Portekiz’e olan tutkusu ve bilgi dağarcığının o topraklarda yaşayan arkadaşıyla bağı olduğunu söylemek yalan olmaz sanırım.
Araç kiraladığımız şirketin “stop” uyarılarıyla her dur tabelası gördüğüm noktada ayağım ister istemez frene gidiyor. Burası Türkiye değil düşüncesini zihnimden çıkarmadan, trafik kurallarına olabildiğince uyarak Psili Ammos’a gidiyoruz.
Pisili Ammos
Sisam’a giden Türk turistlerin heyecanlandığı bir bölgenin adı Psili Ammos. Türk kıyılarında bulunan Kuşadası Dilek Yarımadası Milli Parkı ile sadece bin 575 metrelik mesafede bulunan Psili Ammos Samos’a kaçak geçişleri engellemek üzere görev yapan askeri birliğin de üssüne evsahipliği yapıyor aynı zamanda. Adanın en güzel kum plajlarından biri olan Psili Ammos Yunan askerleri için “en doğuda” görev yapılan coğrafi konum olarak ifade ediliyormuş. Yunanca anlamı ince kum olan Psili Ammos’tan 300 kulaç atarak Türk kıyılarındaki milli parka ulaşılabilirken siz denizde yüzerken açıktan geçen Türk gezi tekneleri ile Yunan bandıraları teknelerin ustaca ayrılmış iki ülkenin kara sularında yan yana seyrettiğine şahit olabilirsiniz.
Picanto’yu bulduğumuz ilk noktaya park ettikten sonra alev alev yanan plaja yöneliyoruz. Geçtiğimiz yıl 2 euro olan şezlonglar bu yıl 3 euroya çıkmış. Ancak Türkiye ve karşı kıyılardaki tesislerle karşılaştırıldığında bu ücret hiçbir şey.
Özellikle yiyecek ve içecek fiyatlarının uygunluğu ile gelen müşteriyi kazıklama düşüncesinden uzak işletmecilik insanı çok sorgulamadan tatilin rahatlığına kaptırıyor.
Yunanların serinlemek denildiğinde ilk akla gelen içeceği olan frappelerimizi söylüyoruz. Eren ve Evrim serinlemek için denize koşarken ben gelen frappeyi yudumlayarak kestiriyorum.
Bir süre denizde kalan kardeşlerin dönmesiyle tavla oyunu da başlıyor. Geriye kalan dönüş süresini de hesap ederek hareketlerimizi hızlandırıyoruz. Tavlanın ardından bir tur daha denize girerek plajda duş arasak da panik ve geç kalma korkusu bizi doğrudan arabaya yönlendiriyor…
Tuzlu tuzlu biçimde koltuğa serdiğimiz havluların üstüne oturarak arabayı teslim etmek üzere Vathi yolculuğuna başlıyoruz bir kez daha…
Dolu dolu iki günlük Sisam macerasında sona doğru yaklaşırken Türkiye’ye dönüşün sancısı ve heyecanı sarıyor zihinleri…
bu kez çok ciddi okudum… yine beğendim… kitap haline getirmemi tekrarlıyırum..