Anadolu toprakları binlerce yıllık kültürel birikimin yanında olağanüstü doğal güzelliklere de sahip. Dünyada eşi benzeri olmayan Pamukkale Travertenleri, henüz yeteri kadar değerini bilmediğimiz doğal güzelliklerimizden.
Ülkemize gelen yabancı turistlerin önemli bir bölümünün ziyaret ettiği Pamukkale ve çevresi; önemli antik kentler, mimarlık şaheseri yapılar ve doğal güzelliklerle birkaç günlük rota oluşturarak keşfedilmeye müsait.
UNESCO Dünya Mirası Listesi‘ne Türkiye‘den ilk giren yerler arasında bulunan Hierapolis Antik Kenti ve Pamukkale, son yıllarda atılan kararlı adımlarla vahşi turizme kurban gitmeden yeniden eski günlerine dönmeyi başardı. Doğa, tarih, kültür, sağlık ve gastronomi turizmi için önemli bir alt yapıya sahip olan bölgede onlarca yer keşfedilmeyi bekliyor.
Denizli’nin öncü ailelerinin yürüttüğü bazı çalışmalar bölgede turizmin çeşitlenmesi adına sevindirici. Bütüncül bir turizm politikasına ihtiyaç duyulan Pamukkale ve çevresinde her adımda bambaşka bir güzellikle karşılaşılıyor.
Pamukkale ve Çevresinde Gezilecek Yerler
1. Pamukkale Travertenleri
Uzun yıllar, Türkiye’nin yurt dışı tanıtım çalışmalarında öne çıkarılan bir değer olan Pamukkale Travertenleri, bir dönem yaşadığı olumsuzlukları geride bıraktı. Travertenler ve çevresinde yapılan düzenlemeler ile doğal yapıyı bozan oteller kaldırıldı. Travertenlere gelen doğal kaynak suyunun akışının aksamaması için önlem alındı.
Bir dönem su sıkıntısı çeken bu beyaz cennet günün belirli saatlerinde kontrollü olarak verilen su ile eski günlerini yaşıyor.
Kimyasal reaksiyon sonucu çökelme ile oluşan travertenler, antik dönemden bu yana kullanılan termal sularıyla ziyaretçilerine şifa dağıtıyor. Sıcaklığı 35 ile 100 C arasında değişen 17 farklı kaynaktan çıkan su, kanallar aracılığıyla traverten başından traverten katlarına dökülüyor.
Yaklaşık 300 metre süren bu yolculuk sırasında içerisinde yüksek miktarda kalsiyum hidrokarbonat bulunan su, havadaki oksijenle temas edince karbondioksit ve karbonmonoksit uçuyor. Geriye kalan kalsiyum karbonat çökerek traverten oluşumunu sağlıyor.
Travertenler içerisinde yürürken çamuru andıran jel yapıyı ayaklarda hissetmek çok değişik bir duygu. Bu jel yapı, uzun yıllar boyunca değişime uğrayarak sertleşip travertenlere dönüşüyor. Bizlerin büyük bir keyifle dolaştığı, içerisinde yüzdüğü travertenlerin yenilerinin oluşmasına yine bizim adımlarımız engel oluyor.
Travertenlere olan su akışı kontrollü olarak veriliyor. Bunun sebebi de fazla miktarda ve uzun süre akıtılan suyun hem yosunlaşmaya hem de zaman zaman sararmaya neden olması. Uzmanların teknik analizlerine göre hazırladığı programa göre verilen suyun şiddeti ve çıkardığı su insanı heyecanlandıran nitelikte.
2. Pamukkale Antik Havuz
Pamukkale Travertenleri’nin içerisinde bulunduğu alanın tümü Hierapolis Antik Kenti sınırlarında. Pamukkale Antik Havuz, bölgeye gelen birçok kişinin atladığı, farkında olmadan görmeden ayrıldığı muhteşem bir güzellik. Travertenlerin göz önünde olmasına rağmen antik havuzun bu kadar tanınmamış olması şaşırtıcı.
Roma İmparatorluğu Dönemi’nde sağlık merkezi konumunda olan Hierapolis Antik Kenti, o yıllarda 25’ten fazla hamamıyla sağlık arayanlara hizmet veren bir özellikteydi. 7. yüzyılda yaşanan deprem, sütunlu caddenin yanındaki agoranın giriş sundurmasını kırık içerisinde oluşan havuzun içine yıkarak eşsiz bir görüntü meydana getirdi.
Birçok hastalığın tedavisinde etkili olan bu havuzun suyu kalp hastalığı, damar sertliği, tansiyon, romatizma, deri, göz, raşitizm, felç, sinir ve damar hastalıklarına; içildiğinde de spazmlı midelere iyi geliyor.
Antik kentin kalıntıları ve sütunlar içerisinde şifalı bir suda yüzmek dünyanın başka hiçbir yerinde mümkün olmayan keyifli bir deneyim. Havuza girmeden, havuz çevresinde yüzenleri izlemek bile tarifi olmayan bir duygu.
3. Hierapolis Antik Kenti
Ülkemizde kıymeti bilinmeyen tarihi miraslardan biri Hierapolis Antik Kenti. Pamukkale Travertenleri ve Antik Havuz’un da bulunduğu alanın tamamı antik kent sınırları içerisinde bulunuyor. Bulunduğu yer nedeniyle tarihi bölgeler arasında önemli bir kavşak noktası oluşturan kent, ‘Holy City’ yani Kutsal Kent olarak adlandırılıyor.
Bergama Kralı II. Eumenes tarafından MÖ 2. yüzyıl başında kurulduğu düşünülen Hierapolis’in isminin kaynağı ise Amazonlar Kraliçesi Hiera. Helenistik dönem, Roma ve Bizans dönemlerinde önemli merkez özelliğini koruyan kent, Hz. İsa’nın havarilerinden Aziz Philip’in öldürüldüğü yer olması nedeniyle Hristiyanlar için ayrı bir anlam taşıyor.
Kentin ana caddesi olan 14 metre genişliğindeki Frontinus Caddesi, agora, tiyatro, Kuzey Bizans Kapısı, Güney Bizans Kapısı, gymnasium, tritonlu çeşme binası, İon sütun başlıklı ev, latrina (umumi tuvalet), Apollon kutsal alanı, su kanalları, plutonium, nekropol alanı, hamam bazilika, katedral, direkli kilise, Aziz Philippus Köprüsü, Aziz Philippus Martyrionu, Roma Hamamı, Domitian Kapısı, kentte görülebilecek eserler arasında.
Bana göre antik kentin en etkileyici öykülerinden biri Cehennem Kapısı’na ait. Plutonium Kutsal Alanı, antik dönemde ölüler ülkesine geçiş kapısı olarak kabul edilen bir nokta. Antik Çağ’da Kutsal Kent olarak isimlendirilen Hierapolis’e bu ismin verilmesinde en büyük etkenlerden biri termal su ve kendisine yaklaşan tüm canlıların ölümüne neden olan gazın çıktığı mağara.
Bu özelliğinden dolayı mağara, Tanrı Plouton ve eşi Persophone’nin hüküm sürdüğü yeraltı dünyasının girişi olarak kabul ediliyor. Antik dünyada yaşayanlar cehennemin girişi olduğuna inandıkları bu mağaraya gelerek, gazdan boğulan boğaları kurban etme törenleri düzenliyor.
Türkiye’de sahne yapısı restore edilen tek tiyatro özelliğini taşıyan Hierapolis Antik Tiyatrosu da mutlaka görülmesi gereken eserlerden. 12 bin kişilik seyirci kapasitesine sahip olan tiyatro, o yıllardaki nüfusun tahmin edilmesi için de veri kaynağı. Tiyatro kapasiteleri şehir nüfusunun yaklaşık yüzde 10’una denk geliyor. Bu da kent nüfusunun 100-120 bin arasında değiştiğini gösteriyor.
Antik dönemde ölümcül bir hastalığı bulunan ve Bergama Asklepion’da tedavi olmak isteyenler Bergama’ya kabul edilmeyip Hierapolis’e gönderiliyordu. Asklepion’un girişindeki ‘Buraya ölüler giremez’ yazısı iki kent arasındaki ilişkinin özeti.
4. Laodikeia Antik Kenti
Yakın gelecekte yıldızı parlayacak antik kentlerden biri de Laodikeia. Diğer bölgelerle karşılaştırıldığında kazı geçmişinin henüz çok yeni olduğu bu antik kent, Denizli şehri için büyük önem taşıyor. MÖ 261-263 yılları arasında kurulduğu düşünülen kentin ismi, kurucusu II. Antiokhos’un karısı Laodike’den geliyor.
Hierapolis Antik Kenti ile arasında geniş bir ova bulunan Laodikeia, yaşadığı susuzluk sorununu Pamukkale’den kente kadar uzanan su borularıyla çözerek şifalı suları kullanıyordu.
Antik kentte gerçekleştirilen kazılarda hemen hemen her dönem bölge tarihine ışık tutacak yeni bir keşif yapılıyor. Büyük bölümü toprak altında bulunan antik kentte tiyatro, stadyum ve gymnasium, anıtsal çeşme, meclis binası, Zeus Tapınağı ve Büyük Kilise mutlaka görülmeli.
Denizli’nin simgesi olan horozun izlerinin bulunduğu antik kent bu özelliği ile de oldukça şaşırtıcı. 2005 yılında ‘öten denizli horozu’, 2013 yılında ise ‘kavga eden gladyatör horoz’ kabartmaları ortaya çıkarılarak kent için çok büyük bir adım atıldı. Geçmişte yapılan çalışmalarda ortaya çıkarılan mermer bloklar üzerinde leylek, tatlı su balığı, boğa, domuz, aslan ve yunus gibi hayvanlar da görülebiliyor.
İncil’de bahsi geçen 7 kiliseden birinin Laodikeia’da olması, burasını inanç turizmi açısından da önemli kılıyor. İncil’de Laodikeia ile ilgili geçen ifadeler şehrin o dönemki yaşantısını anlamaya yardımcı oluyor. Pamukkale’den su borularıyla taşınan şifalı suyun kente ulaşana kadar ısınması ve insanların bu suları fazla tüketerek hastalanması İncil’de anlatılıyor.
İncil’de (Yuhanna Vahiy 3) ‘Laodikeia’daki Kiliseye’ adlı bölümde şu ifadeler kullanılıyor: Laodikya’daki kilisenin meleğine yaz. Amin, sadık ve gerçek tanık, Tanrı yaratılışının kaynağı şöyle diyor: Yaptıklarını biliyorum. Ne soğuksun, ne sıcak. Keşke ya soğuk ya sıcak olsaydın! Oysa ne sıcak ne soğuksun, ılıksın. Bu yüzden seni ağzımdan kusacağım. Zenginim, zenginleştim, hiçbir şeye gereksinmem yok diyorsun; ama zavallı, acınacak durumda, yoksul, kör ve çıplak olduğunu bilmiyorsun. Zengin olmak için benden ateşte arıtılmış altın, giyinip çıplaklığının ayıbını örtmek için beyaz giysiler, görmek için gözlerine sürmek üzere merhem satın almanı salık veriyorum. Ben sevdiklerimi azarlayıp terbiye ederim. Onun için gayrete gel, tövbe et. İşte kapıda durmuş, kapıyı çalıyorum. Biri sesimi işitir ve kapıyı açarsa, onun yanına gireceğim; ben onunla, o da benimle, birlikte yemek yiyeceğiz. Ben nasıl galip gelerek Babam’la birlikte Babam’ın tahtına oturdumsa, galip gelene de benimle birlikte tahtıma oturma hakkını vereceğim. Kulağı olan, Ruh’un kiliselere ne dediğini işitsin.’
Rehberimiz Tijen Oral‘ın ağzından büyük bir keyifle dinlediğimiz bu sözler, yaşadığımız toprakların kıymetini bilmediğimizi bir kez daha hatırlatıyor bana. Kazılar devam ettikçe en az Hierapolis Antik Kenti kadar görkemli bir şehrin ortaya çıkacağı kesin. Zaten bugüne kadar bulunanlar da bu tezi güçlendiriyor.
5. Güney Şelalesi
Büyük Menderes Nehri’nin hayat verdiği topraklara kurulan Denizli’de, Pamukkale çevresinde görülecek yerler arasına Güney Şelalesi‘ni de eklemek lazım. Güney ilçe merkezine 4 km uzaklıkta, Cinlere Köyü’nde bulunan şelale, yaklaşık 20 metre yükseklikten Büyük Menderes Nehri’ne dökülüyor.
Denizli’den 70 km uzaklıktaki şelalenin suyunun kireçli yapısı, kalker basamakların oluşmasına neden oluyor. Kadife görünümlü yosunları ile görsel bir şölen yaşatan Güney Şelalesi, tadına doyum olmayan yerlerden. Şelalenin altındaki tesiste yöresel lezzetleri tadarak, suyun sesine kendinizi bırakın. Denizli’nin meşhur Zafer Gazozu’nu listeye ekleyin.
6. Pamukkale Şarapçılık Bağları
Tokat Ailesi’nin 1962 yılında kurduğu Pamukkale Şarapçılık, kurulduğu Güney ilçesinin değişiminde, dönüşümünde büyük role sahip. Denizli’nin en önemli markalarından biri olan Pamukkale Şarapları, aynı zamanda ülkemizin en büyük şarap üreticilerinden biri.
Üretiminin bir bölümünü ihraç eden, kaliteli şarabı uygun fiyatla tüketiciyle buluşturan firmanın Güney ilçesindeki üzüm bağları, bağdan kadehe şarabın hikayesine tanık olmak için en doğru adres.
Ağustos ayından ekim sonuna kadar devam eden bağ bozumu döneminde ziyaret edebileceğiniz bağlar, yemyeşil görüntüsüyle insanı baştan çıkarıyor. Ayrıca Güney ilçe merkezindeki üretim tesislerine uğrayarak güleryüzlü çalışanlardan şarabın öyküsünü dinlemenizi öneririm.
Anadolu topraklarına doğanın armağanı olan beyaz cennet Pamukkale, birkaç günlük programla çok daha fazlasını görmek isteyenler için muhteşem bir rota.
Çok güzel yazı ve fotoğraflar , emeğine sağlık 🙂