Şubat’ın dondurucu soğuğunu titreyerek hissettiğim bir gecede İstanbul’a ayak bastım. Beni İzmir’den İstanbul’a taşıyan otobüs firmasının servisi ile Taksim’e geldiğimde saat oldukça geç ancak İstanbul’un gece yaşamı henüz başlıyordu.
Gümüşsuyu yokuşundan Taksim Meydanı’na doğru yöneldim. Havanın soğuğuna aldırış etmeyen insanlar meydandan İstiklal Caddesi’ne doğru uzanıyorlardı. Daha önceleri ismini sık sık olumsuzluklarla duyduğum Tarlabaşı’na arkadaşımın evine ulaşmak için gidecektim. Arkadaşım Tarlabaşı’nda restore edilmiş eski bir cumbalı evde yaşıyordu.
Çiçekçilerin yanından yokuş aşağıya doğru inerken dolmuş duraklarının önünde sıra bekleyen kalabalık soğuktan korunmak için birbirine yakın durmaya çalışıyordu. Az ilerden yolun karşısına geçmem gerektiği için yolun arasındaki demirlerle karşılaşmadan bir an önce kendimi yolun diğer tarafına atmak zorundaydım. Trafik ışıklarından yararlanarak ışığa pek de aldırış etmeyen otobüs, taksi ve otomobiller arasından karşıya zorlukla geçtim.
Tarlabaşı’na doğru yaklaştığımı hissettim. Solumda hızla akan trafiğin boğucu gürültüsü ile ilerlemeye çalışırken sağa doğru açılan her sokağın köşesinde travesti ve hayat kadınları geçenlerle sohbete girişiyordu.
Tarif edilen sokağa gelmiştim sırtımdaki sırt çantası ile beraber tedirginliğim yüksek seviyeye ulaştı. Ana caddeden uzaklaşıp yokuş aşağı süzülen ve belirsizliğe doğru uzanan karanlık sokakta çevreye de dikkatlice bakarak yürümeye başladım. Köşedeki travestilerin laf atışları ve konuşma istekleri ile beraber iki katlı cumbalı yıkıntı evlerden yükselen soba dumanları gökyüzünü görmeyi engelliyordu. Karşılıklı olarak çok yakın mesafede bulunan bu evlerin her biri birbirine çamaşır ipleri ile bağlanmıştı. Buradaki tek sistemli ve düzgün görünen şey sanırım bu iplerdi. Çamaşır toplamaya çalışan bir kadın ellerini ileri geri oynatarak mekanizmayı harekete geçirdi. Yoğun soba dumanı altında harmanlanan çamaşırların temizliğini düşünürken parçalanmış asfalta değen yağmur taneleri yokuş aşağıya inmeyi oldukça zorlaştırıyordu. Lastik ayakkabılarla kaymamaya gayret gösterirken çevreden gelebilecek her türlü tehlikeye karşı tetikte olmam gerekmekteydi. Gerçi herhangi biri yolumu kesse ve bir şey yapmaya kalkışsa karşı koymaya yetecek ne fiziksel gücüm ne de herhangi bir aletim vardı.
Toprakla bütünleşmiş parçalı asfaltın üzerinde, balçık kıvamındaki su birikintileri arasında üzerime doğru yaklaşan gençten bir çocuk istediğinden var dedi. İlk bakışta korkudan da olsa gerek anlayamadığım şeyin daha sonradan uyuşturucu hap olduğunu öğrendim. Bağımlılar bu sokaklara gelip alışverişlerini yapıyorlarmış.
Çocukla konuşmadan hızla yanından uzaklaştıktan sonra mahalleye ait bakkalın önüne geldim. Meyve ve sebzelere ait kasalar ile yolun yarısına kadarını işgal etmiş olan mahalle bakkalı birçoğunu tanımadığım ve ilk defa gördüğüm markalı ürünlerden satıyordu. Ayağında terlik ve patik olan genelde birbirine benzeyen kadınlar ağızlarındaki sakızları güçlü bir şekilde çiğneyerek geldikleri alışverişten yorgun adımlarla uzaklaşıyorlardı.
Her köşede ellerinde tespih ve kesici aletleri olan mahalle delikanlıları gelen geçeni izliyor bir anlamda mahalle asayişini sağlıyorlardı. Virane cumbalı evlerin birçoğu kapısından itibaren çöplerle dolmuştu. Bu evlere girmek hemen hemen imkânsızdı. Tek tük göze çarpan restore edilmiş evler adeta çürümüş dişlerin arasında sırıtan bir altına benziyordu. Bir yanda kömürle ısınan yıkılma aşamasındaki evler ile diğer yanda doğalgaz tesisatlı çağdaş evler tezat olarak göze çarpıyordu.
Arkadaşımda restore edilmiş eski bir Rum evinde yaşıyordu. Gördüğüm manzaralardan sonra karanlığın içinde eve ulaşmanın mutluluğunu yaşadım. Kale kapısı gibi ağır bir kapıyla korunan bu binaya girdikten sonra yaşadığım stresi bir an unuttum.
Bende duran anahtar ile kapıyı açıp soluklandıktan sonra sokak yaşamına olan merakımı gidermeye çalıştım.
Evin her tarafını saran perdelerden dışarıya kaçamak bakışlarla bakmaya koyuldum. Saatin gece yarısını geçmiş olmasına aldırış etmeyen çocuklar çığlıklar atarak oyunlar oynuyorlardı. Bu saatte değil bir çocuğun yetişkin bir bireyin bile tek başına dışarıda olması ürkütücü olabilirdi. Ancak bilmediğim tek şey vardı burası Tarlabaşı’ydı ve mahalleli birbirini tanır, takip eder, birbirini kollardı.
Mahalle halkı arasında tedirginliğe yol açan ender olaylardan biri sık sık yaşanan polis baskınlarıydı. Hemen hemen her evin uyuşturucu sağlayan bir mekan olarak şüpheleri üzerinde toplaması ile fuhuşun da getirdiği olumsuz görüntü baskın sayısını arttırıyordu.
Son zamanlarda bazı sokakların tüm virane evler ile ünlü yönetmen ve sanatçılar tarafından satın alınması da yaşayanları rahatsız eden bir başka konuydu. Anlatılanlara göre aslına uygun olarak restore edilen bu eski evler milyonlarca Yeni Lira’ya alıcı buluyormuş. Bu da elinde parası olan ve değerlendirmek isteyen yatırımcıların ilgisini çekiyormuş. Durum böyle olunca satın alınan evler içinde yaşayanların çıkartılması ile restore ediliyor, burada yaşayanlar başka yerlere göç etmeye zorlanıyor.
300 metre mesafe uzaklığı ile İstanbul’un kalbinin attığı Taksim’in yanı başında olan Tarlabaşı İstanbul’daki ikiliklerin en güzel örneklerini bulabileceğiniz yer. Her tabakadan hayat ve görüntü ile karşılaşabileceğiniz bu semte uğramanızın söylenenler kadar zararlı olabileceğini düşünmüyorum. Denemekte, görmekte yarar var. 🙂