Kiralık arabayı limanda görevlilere teslim ederek elimizde bavullarla ilk başladığımız ana döneceğiz. Geç kalırız korkusuyla apar topar ayrıldığımız Psili Ammos Plajı’ndan beklediğimizden çok kısa bir sürede vardığımız Vathi’de buram buram etkileyen güneşin alnında, kapıları pencereleri açtığımız arabada son hazırlıklarımızı yapıyoruz.
Plaj kumlu ayaklarımızla, tuzlu yüzümüzü yıkamak üzere büfe arayışına girişiyorum. Eren ve Evrim sıcağın etkisiyle araba içerisinde sağa dola kıvrılmış vaziyette beklemeye karar veriyor. Pazar gününün etkisiyle yakınlarda bulunan iki farklı büfenin kapalı olması nedeniyle yürüdükçe yürüyorum.
Yürüdüğüm güzergahta kafelerde oturanlar frappelerini yudumlarken, adeta çölde yürüyen yarı çıplak bana, garip garip bakıyor.
Tam umudu kesmişken bulduğum büfeden 1,5’ar litrelik şişelerde yer alan buz gibi suları torbaya doldurup aynı yolu gerisin geri dönüyorum. Yaklaşık 20 dakika süren git gel yolculuğumun ardından Eren ve Evrim benden ümidi kesmiş olacaklar ki başka bir boyuta geçmişler sıcakta.
Elimizi yüzümüzü yıkayarak kalan suyu da sıcağa karşı kalkan yaparak gelecek görevlinin arabayı alması için son dakikaları geçiriyoruz arabanın içerisinde.
Az bir süre sonra küçük bir motorla gelen görevli araç sözleşmesinde yazanlara hızlıca göz gezdirip bir eksik ya da hasarın olup olmadığına bakıyor. Herhangi bir aksiliğin olmadığını anlayınca anahtarı bizden alıp iyi yolculuklar diliyor.
Türkiye’ye dönüş için yavaş yavaş gümrük kapısına gelen meraklı Türk turist kalabalığı o beklemeye tahammülü olmayan, sabırsız yapısıyla daha bir saat öncesinden ciddi uzun bir kuyruk oluşturuyor binanın ve güneşin ortasında.
Elimizde çantalarımız ve sularımızla gümrük binasının yakınında denizin dibindeki beton banklara oturup zamanın geçmesini beklemeye koyuluyoruz.
Birkaç adım sağımızda her hallerinden yardımla ilgili bir kuruluşta çalıştıkları belli olan kişiler dikkatimizi çekiyor. Turuncu tişörtleriyle deniz kıyısını gözlemleyen ekibin ne yaptığını anlamaya çalışırken işin rengi bir süre sonra Evrim’in çabasıyla ortaya çıkıyor.
Hasta bir fokun kıyıdaki kayalıklar üzerinde uzandığı ve bu yardım ekibinin foku gözlemlemek için orada bulunduğunu anlıyoruz.
Bizler de merakla foka bakarken, Evrim’in “nasıl gazetecisin sen” sorusunun ateşiyle, ayaklarını yüksekten denize doğru sallandıran görevli kızla sohbete başlıyorum.
Kız yaklaşık 1,5 aydır Sisam kıyılarında görülen fokun psikolojisinin bozuk olduğunu ve normal tepkiler vermeden kıyılarda uzandığını söyleyince iyice şaşırıyorum. İzmir’in Foça ilçesinin isminin Akdeniz foklarından geldiği bilgisi ile Türkiye reklamı yapmaktan geri kalmadığım sohbette selamlaşıp ayrılıyoruz. Öğrendiklerimi Eren ve Evrim’le paylaştıktan sonra fokun anlamsız hareketlerini izlemeye devam ediyoruz.
Saat 5’te kalkacak feribota az bir süre kala feribot için henüz açılmayan gümrük binası önündeki kuyruk da bayağı bir uzuyor. Türk turist kafilesi panik ve heyecan içerisinde Yunan gümrük görevlilerini beklerken, gamsız görevliler yavaş yavaş binaya doğru geliyor.
Kuşadası ve Sisam’ın gümrük binalarını karşılaştırdığımızda ise her iki binanın modern yapısı ve görüntüsü iki farklı dünyayı temsil ediyor. Yunan gümrük binası olabildiğince eski ve bakımsız görünürken, Kuşadası’ndaki bina Türkiye’nin son yıllardaki gelişimini özetliyor.
Sıcağın alnında hasta foka son bir bakış attıktan sonra gümrük işlemlerimizi yapmak üzere kapıya yöneliyoruz. Kalabalığın arasında dönüş damgamızı bastırıp Yunan duty free mağazasına giriyoruz. Türk tarafında 17,5 avro civarında olan 1 litrelik Yeni Rakı’nın burada ikili pakette 32 avroya satıldığını görünce kar kardır diyerek alışverişimizi yapıyoruz.
Eren kendisi için bu seyahatte fazlasıyla yardımcı olan ve kahrını çeken babam için bir litrelik Yeni Rakı alırken, ikili paketteki diğer Yeni Rakı da benden babama hediye gidiyor.
Kalkışa hazırlanan feribota bindikten sonra gün boyu koşuşturma, yürüyüş ve yüzmeyle geçen günün yorgunluğunu feribotta uyuyarak geçirebiliriz düşüncesini canlandırıyoruz.
Uyku konusunda en dirençsiz çıkan Evrim olurken, Evrim’in uykusunu Eren’in dil darbeleriyle ölümsüzleştiriyoruz.
Dönüş yolculuğunda zaman geçirecek eylemler için farklı alternatifler ararken, Türk karasularına girmemizle beraber babamı arayarak nerede olduklarını soruyorum.
İzmir-Aydın otoyolunda yaşanan trafik kazası ve yoğun yağmurun etkisiyle trafikte çok zor ilerleyebildiklerini, Efes kavşağında okaliptusların devrilmesi nedeniyle beklemek zorunda kaldıklarını söyleyen babam en az yarım saatlik daha uzaklıkta olduklarını ifade ediyor.
Türkiye’ye giriş çilesi
Sisam yolculuğumuzun ilk dakikasında negatif enerjisiyle bomba üstüne bomba patlatan Eren’in Türk gümrüğünden Fransız pasaportuyla çıkış yaparken Türk kimliği olmaması nedeniyle Türkiye’ye giriş yapamayacağını öğrenmemizle çıkış yolları aramaya başlamıştık.
En mantıklı yolun bizi Kuşadası’na bırakan ve İzmir’e dönen babamın Kuşadası’na döndüğümüz saatte Eren’in Türkiye Cumhuriyeti kimliğini getirerek pasaport kuyruğundayken bize ulaştırması olmasına karar vermiştik.
Eğer planlarımız tutarsa Türkiye’de Fransız pasaportuyla 90 gün geçiren Eren, Türkiye’ye çıkış yaptıktan sonra yeniden girebilecek, yok eğer plan tutmazsa o zaman olmayan B planımızı devreye sokacağız.
Feribottan inmemizle beraber başlayan güneş eşliğindeki yağmur altında nasıl gireriz, babamlar yetişir mi sorularıyla mücadele ederken, babamların henüz Kuşadası’na gelmemiş olmaları nedeniyle feribottaki herkesin gümrükteki işlemlerini yapmasını uzaktan seyrediyoruz.
Herkesin gümrük işlemlerini yaptırmasının ardından gümrüklü alanda Eren, Evrim ve ben kalıyoruz.
Henüz babamların gelmemiş olması ve Eren’i tek başına bırakmamak adına bekleyişimiz sürerken, Eren elindeki Fransız pasaportuyla pasaport polisine yönelerek şansını denemek istiyor. Arkasında izleyici olarak bizi bırakarak pasaportunu kadın polis memuruna uzatıyor. Türkiye’de 90 günü aştığı için TC kimlik belgesini ibraz ederek giriş yapabileceği yanıtını alan Eren kimliğinin yolda olduğunu ve bir süre daha bekleyeceğini söyleyince rahatlıyoruz.
En azından en başından beri ihtimaller üzerinden sorguladığımız durumun yasal mevzuat dahilinde olduğundan emin oluyoruz.
Şimdi tek şey Eren’in Türkiye Cumhuriyeti kimlik belgesinin Kuşadası’na ulaşması. 5-10 dakika daha bekledikten sonra annem telefon ediyor. Eren’in kimliğiyle Kuşadası Limanı’na girdiğini ve nerede beklediğimizi soruyor. Otomatik kapıyla açılan bölgede beklediğimi ve kimliği oraya getirmesini söylüyorum anneme. Bir süre daha bekledikten sonra Eren’in kimliğiyle beraber pasaport kontrol noktasına geri dönüyorum.
Eren resmen Türkiye’ye giriş yapıyor. Hepimiz derin bir nefes alıyoruz.
Güneşin kavurucu sıcağında ardımızda bıraktığımız Sisam’da kısa süre içerisinde onca anıyla Kuşadası’na resmen dönmüş oluyoruz.
Üç ayı dolu dolu geçen, hemen hemen her haftasonu başka bir güzergahta yeni bir anıya merhaba dediğimiz seyahatlerimizin de sonuna geliyoruz sanırım…
Bir insanı tanımak için yapılması gerekenler listesinde seyahat en yüksekte yer alıyor. Huyunu-suyunu, davranışlarını, uykusunu, yeme ve içme alışkanlıklarını da yakından görmek için biriyle seyahat etmek önemli farkındalıklar kazandırıyor.
Hiçbir zaman kavgaya varmayan, birbirini kırmadan yeni yerler ve anlara yolculuk eden bir ekip olarak küçük detaylar üzerinde zaman zaman uzlaşamasak da bir devrin kapanışıyla yüzleşiyor olmak insanı duygulandırıyor…
“Yalandan olmayan”, sürdürülebilir anların birlikteliği ile yeni seyahat noktalarında buluşmak dileğiyle…
…BİTTİ…
Yazının ilk bölümü: Yalandan Seyahat
Yazının ikinci bölümü: Sisam’da siesta
Yazının üçüncü bölümü: Kokkari ve Potami
Yazının dördüncü bölümü: Bilekliği unutturan gece
Yazının beşinci bölümü: Pisagor mu, Pitagor mu?