Pazartesi gününün ilk ışıklarıyla beraber Atina Pire Limanı’ndayız. Pire eskiden Atina’nın liman kenti iken günümüzde Akdeniz’in en önemli limanlarından biri olarak Atina ile birleşmiş durumda. Limanın küçük bölümleri olan Zea ve Mikrolimani bugün hala Paşa Limanı ve Türk Limanı olarak anılıyor.
Yunancada liman kelimesinin karşılığı “limani”. Atina şehir merkezine bu kadar yakın olan Pire Limanı, Atina’ya giriş yapan turistlerin büyük çoğunluğuna ev sahipliği yapıyor.
Saat 6’da Pire’ye varan gemimize geri dönmek için sadece 4 saat 15 dakikalık bir süre verilmişti. Yani en geç 10.15 de gemide olmamız gerekiyordu. Bir gece öncenin gemi içindeki disko eğlenceleri ve arkadaş sohbetleri derken fazlasıyla yorulduk.
Sabah gözümü ilk açtığımda saat 6’ydı. Biraz daha uyuyayım derken saat 7’ye yaklaştığında kahvaltı bile etmeden apar topar gemiden ayrıldık.
Yine gemide önceden hazırlanmış profesyonel tura katılmadan kendi kafamıza göre gezecektik. Bir önceki yıl Yunan bir arkadaşımla Atina’ya gelmiş olmam büyük bir şanstı bizler için. En azından kafamda sınırlı zaman içerisinde bir program oluşturmuş, ona göre hareket edip en kısa süre içerisinde geriye dönmeye odaklanmıştım.
Liman oldukça büyük olduğu için gemiden iner inmez bizi havaalanlarında olduğu gibi uçaktan alana taşıyan otobüslere benzeyen bir araç aldı. Gümrüklü bölümden yine yeşil asker elbiseli gümrük görevlilerinin yanından koşar adımla geçtik. Bu arada gemimizin yeni Yunan yolcuları da gemiye giriş için hazırlık yapıyorlardı. Onlar Pire-Kuşadası istikametinde yeniden tura başlayacaklardı.
Her yerde onlarca tur otobüsü özel turlara katılacak turistleri bekliyordu. Kalabalığın içinden sıyrıldık ve en yakın otobüs durağında beklemeye başladık. Kendimizi garantiye alabilmek için ilk gelen yaşlı bir Yunan kadına “Akropolis’e nerden gidebiliriz” diye sorduk. Karşı istikamete geçip 843 nolu otobüse binmemiz gerektiğini söyledi.
Yanımızda ne otobüs bileti ne de bozuk para kalmıştı. Durakta bekleyen bir kıza otobüs numarasını teyit ettirdikten sonra otobüse atladık.
Yunanistan’da belediye otobüsleri durakta durduğunda tüm kapılar açılır. Önce inecekler iner, daha sonra tüm kapılardan diğer yolcular otobüslere biner. Otobüsün ön, orta ve arka kısımlarında biletlerinizi okutacağınız bankomatlar ya da demir para ile bilet satın alabileceğiniz bilet makineleri vardır. Herkes biletini alır ya da önceden almış olduğu biletini okutarak yolculuğuna devam eder.
Otobüsler belirli aralıklarla belediye zabıtaları tarafından durdurulur ve yolcuların biletleri kontrol edilir. Eğer biletsiz olarak yolculuk yapıyorsanız 500 € cezayı paşa paşa ödersiniz.
Bütün bu bilgileri bir sene önceki tecrübelerime dayanarak bilmeme rağmen risk alarak biletsiz bindiğimiz otobüsten 10 dakika sonra Pire Tren İstasyonu’nda inerek ayrıldık.
Pire’den ilk kalkan trene binerken de bilet alıp almama konusunda tereddütler yaşadık. Bu kez yine almamayı seçerek trene bindik. Bir sürü göçmen barındıran trende her an denetlenme korkusuyla yol alırken trenin yavaşladığı her an, çevredeki herkes gözümde denetmen olarak gözüktü.
Omonya İstasyonu’nda indikten sonra bu kez aynı istasyonun bir başka katında bulunan yeraltı treni aracılığı ile Sintagma Meydanı durağına gittik.
Sintagma, Yunan Milli Meclisi’ne ev sahipliği yapan yer. Meşhur ponponlu askerlerin nöbet tuttuğu meclis önü, günün her saati son derece ilgi görüyor. Bir önceki sene geldiğim bu yerde asker nöbetinin değişimine tanık olduğumda çok heyecanlanmıştım. Bu kez hava soğuk ve saatler erken. Litvanya Devlet Başkanı’nın ziyaret edecek olması sebebiyle her yer Litvanya ve Yunanistan bayraklarıyla donatılmış.
Meclisin önündeki tarihi sütun yazıtlarında Yunan şehirlerini temsil eden yazılar hala ısrarla duruyor. Yunanistan Milli Meclisinin önündeki tarihi alanda yazan şehirlerden birkaçını sayayım isterseniz…
Afyonkarahisar, Kaş, Kütahya…
Evet, yanlış duymadınız. Burası Yunanistan’ın idari merkezi. Bizim şehirlerimiz Yunan Alfabesine özgü harflerle yazılmışlar, ayırt etmek çok kolay.
Hemen köşede bulunan büfeden açlığımızı bastırmak için İzmir gevreğine benzeyen tuzlu susamlı simitten alıp birer parça atıştırıyoruz. Sokak köpekleri de kahvaltı yapabilmek amacıyla simit yiyenlerin çevresinde dolaşıyor. Avrupa’da Sokak hayvanları sayısı açısından Yunanistan ve Türkiye tartışmasız birinciliği ellerinde bulunduruyor.
Dar zamanımızın kalan kısmını tarihi Akropolis’e ayırdığımızdan dolayı tekrar yer altı trenine binerek bu kez Akropolis’te iniyoruz. Hızlı adımlarla Akropolis’in girişine gidiyoruz. Türk kafilesinden birkaç kişi girişte bekliyor. Henüz açılmadığını düşünerek umutsuzluğa kapılıyoruz. Kaybedecek vaktimiz yok.
Bilet almak için müze girişindeki satış ofisine gidiyoruz. Yunanistan Devleti Avrupa Birliği anlaşmaları çerçevesinde 19 yaş altındaki ziyaretçilerden giriş ücreti almıyor. Öğrenciler 6 €, yetişkinler ise 12 € ödeyerek giriş yapabiliyor. Ben 19 yaşında olmama rağmen, müze görevlilerin insafıyla yine yine yeniden giriş ücreti ödemeden tarihi Parthenon’dayım.
Küçüklüğümden beri hayallerimi süsleyen bu tarihi alan tüylerimi diken diken ederken, tarihi olayların hepsini gözümde canlandırıyor.
Yunan demokrasisinin temsiliyeti açısından fazlaca önemli olan bu tapınak Osmanlılar tarafından bir süre cami bir süre de cephanelik olarak kullanılmış. Venediklilerin bombalaması sonucunda tahrip olan Parthenon’da yıllardır devam eden yenileme çalışmaları sürüyor. Bölgedeki birçok önemli tarihi eser ise bir şekilde Birleşik Krallık’a taşınmış.
Bu büyülü atmosferde kalan vaktimizin son saniyelerini havayı içimize çekerek, fotoğraflayarak ve çevreyi seyrederek tüketiyoruz.
Aklımdaki programın son aşamasında Parthenon Tapınağı’ndan aşağıya Atina’nın dar ne engebeli yokuşlarından çarşıya inerek kısa bir çarşı turu atmak var.
Yine yarı koşarak yarı yürüyerek çarşıya geliyoruz. Pazartesi ve saatin 9 olmasına rağmen dükkânların büyük çoğunluğu kapalı. Açık bulduğumuz hediyelik eşya dükkânına giriyoruz. Birkaç buzdolabı süsü ve kartpostal alıyoruz. Dükkân sahibine Türk olduğumuzu söyleyince adam mutlu oluyor. “Aradaki görünen sorunları hükümetler yaratıyor. Biz birbirimizi çok severiz diyor.” Keşke vaktimiz olsa da daha fazla konuşabilsek.
Yer altı treni ile önce Omonya oradan da tren aracılığı ile Pire Limanı istikametine geri dönüş başlıyor.
Trenin oldukça yavaş hareket etmesi her şeyi çığırından çıkarmak üzere.
Zaman konusunda kayba tahammülümüz yok; ancak her şey olumsuzlaşmaya başlıyor. Her istasyonda olan yavaşlık hem denetime yakalanma korkusu hem de limana geç kalma korkusunu tetikliyor. Sonunda Pire Tren İstasyonu’ndayız. Karşıya geçmeye çalışırken yoğun trafik sebebiyle durağa ulaşamıyoruz.
Durakta bizi limana götürecek olan 843 ise göz göre göre kaçıyor. Bir sonraki otobüsü beklesek mi derken saat 10.05!
Gemiye son binişin 10.15 olması endişeleri arttırıyor. O sırada otobüsü durağının önünden koşarak geçmeye çalışan iki Türk’ü farkediyoruz. Onlarda bizim gemiden. En azından yalnız değiliz. Başlıyoruz koşmaya. Otobüsle 10 dakikada gittiğimiz bu yolu bakalım koşarak kaç dakikada gideceğiz?
Taksilerin her biri dolu geçiyor. Son paramızı vermeye razıyız. Yeter ki yetişelim. Bir sonraki otobüs durağına gidene kadar gelen 843’e çığlıklar atarak biniyoruz. Ter akmaya başlıyor.
Limana vardığımızda saat 10.15. Gümrükte bekleyen gemi mürettebatına geride kalan iki kişi olduğunu söylüyoruz. Sorun yok yarım saat kadar daha buradayız, acele etmeyeceğiz deyince; bizde ipler kopuyor. Meğerse gemi saat 11’de kalkacak; bizlerde en az yarım saat daha gemiye rahat rahat girebilirmişiz!
Soluklanmak için gemiye dönerken, bir sonraki limanımız bu kez Türkiye’den önce son durak olacak Mikonos!
Teşekkürler Atina Belediyesi; toplu ulaşımını gerçekten sömürdük!