Anadolu’nun dört bir yanındaki liselerden her yıl genellikle ye İstanbul’a ya da Ankara’ya gezi düzenlenir.
Gezilerin İstanbul ayağında klasik bir yol haritası çizilir. Topkapı Sarayı ve Ayasofya ile Yerebatan Sarnıcı hemen ardından Dolmabahçe ve Ortaköy…
Bu tip gezilerde saati saatine ne istenirse yapmak zorunda olduğunuzdan bağımsız bir biçimde kafanıza göre hareket etme imkânınız olamaz.
İlk defa bir okul gezisiyle gittiğim Dolmabahçe Sarayı gezisi ile beraber artık İstanbul’un haritası ve kuş bakışı görünümü; Asya ve Avrupa olarak kafamda canlanmaya başlıyordu.
Nerenin hangi tarafta olduğunu az çok algılamaya başlamıştım.
Kafama göre oluşturduğum İstanbul tanıma turlarımın istikametlerinden biri de Taksim Meydan, İnönü Stadı, Dolmabahçe Sarayı, Beşiktaş, Ortaköy olmuştu.
Taksim Meydan’da buluşma ile başlayan turun Dolmabahçe ayağı, sarayı defalarca görmüş olmamdan dolayı sadece boğaz odaklı olarak yaşandı.
Dev ağaçların arasından akan trafikle beraber yürüye yürüye Ortaköy’e kadar gidip yine denizin derinliklerine dalmayı arzuluyordum.
Beşiktaş’a geldikten sonra İstanbul’un Macar Ikarus otobüslerinin ne kadar bakımlı olduğunu bir kez daha fark ettim. Aynı marka aynı model otobüslerin İzmir’de hurdaya ayrılıyor olmaları bakımsızlıktan kaynaklanırken bu duruma sinirlerim bozuluyordu.
Beşiktaş İskelesi’nin önünde, tarihi yapının çinileriyle kaplı dış yüzeyi görülmeye değerdi.
Sessiz bir biçimde vapura ulaştıracağı yolcularını bekliyordu sıcağın altında.
İskelenin tam önünde müşterilerini bekleyen bir köfte arabası da yine tarihe tanıklık ediyordu.
Yürüyüşümüz sürerken sahilden kendimizi Bahçeşehir Üniversitesi’nin rıhtımında buluyoruz.
Ege Üniversitesi’nin sadece bir kafeteryası büyüklüğünde olan üniversite bakımlı yüzüyle ve denize olan yakınlığıyla oldukça güzel görünüyor.
İnsanlar büyük şemsiyelerin altında sohbet edip bir şeyler içiyorlar.
Birkaç küçük çocuk beyaz donlarıyla denizin içeriye kıvrıldığı noktada serinlemeye çalışıyorlar
Denizin kıyıdan yürümemize izin vermemesiyle beraber tekrar caddeye çıkıyoruz. Son birkaç yüz metreden sonra bu kez sahile doğru uzanan dar bir yolda yan yana sıralanmış kumpirci ve wafflecıların yanından geçiyoruz.
Solumuzda Güneri Civaoğlu’nun Şeffaf Oda adlı programını hazırladığı köşk yer alırken yürüyüşlerimizi sıklaştırıp Ortaköy yani resmi ismiyle Büyük Mecidiye Cami’nin yanına geliyoruz.
1853’te yaptırılan cami bugün İstanbul adıyla sunulan fotoğrafların birçoğunda yer alan ünlü bir cami. İstanbul’a gelenlerin büyük çoğunluğu da bu camiyi görmeden ve önünde, yanında ya da çevresinde fotoğraf çekmeden ayrılmazlar.
İstanbul’un en popüler mekânının çevresindeki hareketlilik dikkatimi çekiyor. Bir erkek bakım firmasının düzenlediği halı saha penaltı turnuvası büyük ilgi toplamış.
Üç tane manken kızdan birini seçerek kaleye geçirip 3’er tane penaltı kullanılıyor. 3’te 3 yapana sürpriz hediyeler veriliyor.
Bende topun başına geçip 3’te 3 yapınca eğlenceye doyuyorum.
Dönüşte çok övülen waffledan aldığımızda umduğumuz tadı bulamıyoruz. Waffleın memleketi Belçika’da waffle yedikten sonra dünyanın hiçbir yerinde o tadı bulamazsınız zaten.
Kumpire gelince; kumpir ve kumru İzmir’de yenilmesi gereken lezzetler.
İstanbul’da Ortaköy’e gidince manzaranın tadına varın; yiyecekler tat vermiyor.