İzmir otogarından cebimizdeki son Lira’larla Türk Lokumu ve pişmaniye aldıktan sonra Çeşme’ye giden otobüslere bindik. Yaklaşık 2 saat sonra Türkiye Cumhuriyeti sınırlarından çıkıp, Avrupa Birliği sınırlarına Yunanistan’ın Sakız (Chios) Adası’ndan girecektik.
İzmir Çeşme Otoyolu’nda son kez çevreyi izlerken Yunanistan maceramın başlangıcını merakla bekliyordum. Küçüklüğümden bu yana Yunanistan’a gitmek, Atina’da Athena Tapınağı’ndan Atina’yı izlemek benim için bir hayaldi. İçinde bulunduğum durum gerçekten heyecan vericiydi.
İzmir’in Ağustos sıcağı ve otobüsün olumsuz şartları birleşince metal yığını içinde kavrulmamak mümkün değildi. Yaklaşık 1 saatlik yolculuğun ardından Çeşme Limanı’na en yakın noktada otobüsten indik. Bavullarımızı kaptıktan sonra zaman darlığı sebebiyle koşuşturmaya başladık. Zor şartlarda Yunanistan Başkonsolosluğu’ndan 14 günlük alabildiğim vizemin, feribotu kaçırmam sebebiyle bir gününün yok olmasına katlanamazdım.
Var gücümüzle koşmaya devam ediyorduk. Limana geldiğimizde içeride kalabalık bir Yunan turist kafilesi ülkelerine dönmek için pasaport kuyruğunda bekliyorlardı. Hemen sağ tarafta bilet satan acenteden biletlerimizi aldık. Türk vatandaşı olduğum için yurt dışına çıkışta ödemem gereken 15 YTL’lik harcı, Maliye Bakanlığı’na bağlı memuru uzun uğraşlar sonrasında limanın içinde dolaşırken bulduktan sonra ödeyebildim. Yine de sevinmiştim çünkü bir önceki sene yurt dışına çıkabilmek için tam 70 YTL harç ödemiştim. Bu harç meselesini Yunan arkadaşıma anlatabilmem mümkün değildi. Bir ülke vatandaşının yurt dışına gitmesinden ne amaçla para alırdı? Bunu ben de anlamak istemiyordum.
Harç pulumu da elime aldıktan sonra nüfus cüzdanım ve pasaportum ile çıkış için kuyruğa girdim. Yabancı vatandaşlar ile Türk’ler farklı kuyruklara giriyorlardı. Polisle sırada sohbet ettikten sonra “Aklın varsa bu ülkeye dönmezsin” dedi.
14 günlük Yunanistan seyahati Türkiye Cumhuriyeti İzmir Çeşme Deniz Hudut Kapısı’nda vurulan damga ile başlıyordu. Vergisiz satış bölümünde çikolata, parfüm, içki ve sigaraları kapış kapış dolduran turistler feribotun kalkış saatini bekliyorlardı.
Limanın içinden çıkarak deniz kıyısında feribotun kalkacağı kısma yöneldik. Kalkışa az bir süre kala tüm yolcular kıyıda oturmuş denizi izliyorlardı. Az önce vergisiz satıştan aldığımız şekerlemeleri yerken kalkış saati gelmişti. Bir Türk ulaşım firmasının oldukça yüksek fiyatla yaptığı kalitesiz hizmeti uzaktan herkes anlayabilirdi. Ancak Çeşme-Sakız arasında tekel olduğu için bu fiyatları değiştirebilecek bir lüksümüz yoktu.
Feribota bindikten sonra giriş kısmına elimizdeki tüm büyük bavulları koyduk hemen ardından üst kata çıkarak yaklaşık 40 dakikalık yolculuğu geçireceğimiz koltuklara oturduk. Koltuk dediysem de sakın filmlerde gördüğümüz yolcu gemilerindeki koltuklar filan aklınıza gelmesin. İzmir Körfezi’nde şehir hatları vapurları bu feribotun yanında oldukça lüks kalır.
Oturduğumuz metal koltuklarda denize bakarken bu metal yığının batması halinde mültecilerden farkımız olmayacağını düşündüm. Ancak yolculuk oldukça kısa sürecek ve bunun sonunda ben hayalini kurduğum ülke Yunanistan’da olacaktım. Bu düşünce biraz rahatlamamı sağladı.
Yüksek sesle çalışan motorlar devreye girdi. Çeşme-Sakız feribot yolculuğu sorunsuz olarak başlamıştı. Fotoğraf makinemle Alex’le beraber son İzmir fotoğraflarımızı çekiliyorduk. Bir yandan cep telefonuma bakarak, telefonun çekip çekmediğini kontrol ediyordum. Aklımca telefon çekmediğinde Türkiye’den çıkmış olacağımızı sanıyordum.
Dalgalanan Türk bayrağıyla beraber arkamızda Çeşme’yi bırakarak açık havadan yararlanarak Sakız Adası’nı karşımızda gördük. Oldukça yüksek dağlar bizi karşılamıştı. Çok az bir süre geçtikten sonra adaya iyice yaklaştık ve hayatı yakından algılayabildik. Feribot adanın sözde limanına yanaştığında ilk şokumu yaşadım. Çeşme’de gördüğümüz limandan sonra bu liman Amerikan kovboy filmlerindeki terk edilmiş tren istasyonlarına benziyordu.
Tüm yolcular tek bir kapıya yönlendirildiler. Ellerimizde bavullarımızla eziyetin tam ortasında yarım saat kadar bekledik. Sadece bir pasaport polisi vardı. Geçtikten sonra bavulları kontrol eden bir tane daha polis vardı. Ancak onun bu sıranın ilerlemesine katkısı olmuyordu. Çünkü herkes tek tek pasaport polisine pasaportlarını damgalatmak zorundaydı. İster istemez yaşanan gerginlik polisle yüz yüze geldiğimde daha da arttı. Polisin bir sözü beni Yunanistan’a almamaya yeterdi. Pasaportumu uzattım. İngilizce bilip bilmediğimi sordu. Evet dedim. Bozuk İngilizcesinden bir şey anlamak mümkün değildi. Alex devreye girerek Yunanca konuştu. Beni göstererek kefil olduğunu izah etti. Polis memuru giriş damgamı vurduktan sonra bir başka suratsız memura gelmiştik. Alex polise fırsat vermeden “bavulunu kaldır masanın üstünde aç” dedi. Bavulu açtım polis her şeyi elleriyle yokladıktan sonra geçin dedi. Girişteki olumsuz görüntüyle artık Yunanistan topraklarındaydım. Türkiye’ye 9 deniz mili uzaklıktaki ülke.
Yunanistan günlerim Sakız’da başlıyordu.