Mardin ve Midyat’ı tavaf ettikten sonra gezimizin benim için en heyecanlı olan kısmı olan Hasankeyf’e sıra gelmişti. Midyat’tan hareket ettikten sonra aşırı sıcakların resmen kavurduğu asfaltta Hasankeyf’e doğru yola çıktık.
Daha önce farklı kaynaklardan okuduğum ve belki de baraj altında kalıp bizden sonraki nesillerin keşfedemeyeceği Hasankeyf’i görebilmek benim için oldukça önemliydi.
Fazla uzun sayılmayacak ama terlemekten bayılmak üzere olduğumuz yolculuğumuz Hasankeyf’in otantik girişinde sona erdi.
Ağaç yoksunu doğa, kahverengi ve sarı rengin tonlarından başka bir rengi görmemişti.
Hasankeyfliler kahvehanelerin sigara içilebilir açık bölümlerinde gelen geçen turisti izlerken, bizi Hasankeyf’e getiren ve Mardin’i de gezdiren Pervari İlçe Kültür Müdürü Kerem Zoktay defalarca Hasankeyf’i gezdiği için sıcak altında daha fazla kalmamayı tercih ederek Dicle Nehri kıyısındaki seyyar kafelerde oturmayı tercih ederken biz gezimize başlamak için adımlarımızı sıklaştırdıktık.
Kayaların oyularak bir şehir haline getirildiği Hasankeyf’te olduğumu algılamaya çalışırken arkadaşlarla beraber ören yerinin girişine gidiyoruz.
GİŞE MEMURUNUN AKLI
Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı bir ören yeri olan Hasankeyf’e girişler 3 Lira. Müze Kart’a sahip olanlar ücretsiz yararlanabiliyor. Ben daha önce Van’dan aldığım Müze Kart’ımla ücretsiz giriş yaparken arkadaşlarım Müze Kart’ları olmadığı için para vererek giriş yapıyor.
Ancak ben kartı gösterip heyecandan dolayı hızla yukarı çıktıktan sonra arkadaşlarımın bir türlü geri gelmemesi üzerine merakla bekliyorum. Sonunda geldiklerinde bozuk paralarının olmadığını ve görevlinin de para bozdurmaması üzerine üzerlerinden çıkan 5 Lira’yı verdiklerini söylüyorlar. Karşılığında ise iki bilet aldıklarını sanıyorlar. Seri numarası aynı olan tek bir bilete 5 Lira vererek adamın cebine 2 Lira armağan etmiş oluyorlar.
Bunu duyar duymaz çıldıran ben aradaki mesafe ve sıcak yüzünden bir şey yapamıyorum. Döndükten sonra ise Batman İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü’ne gereken şikayetimi yaparak ilgili memur hakkında soruşturma açılmasını sağlıyorum.
Sonuç ne mi?
Olayı, iddialarımızın arkasında olduğumuzu beyan edeceğimiz imzalı bir dilekçe ile Cumhuriyet Savcılığı’na intikal ettirerek memur hakkında yargılama başlatılmasını öneriyorlar. Memurun yeteri kadar korktuğunu düşünerek daha fazla devam etmek istemiyoruz.
HEDİYELİK EŞYALAR
Türkiye’de turizm sektörünün en büyük sorunlarından biri olan tanıtıcı yayın, hediyelik eşya ve yörenin adının birebir kullanıldığı ürün sıkıntısı kısmen Hasankeyf’te yaşanmıyor. Düşük kalitede ancak bol Hasankeyf yazılı hediyelik eşyalar kalenin içinde ve etrafındaki dükkânlarda satışa sunulmuş durumda. Ancak daha kaliteli ürünler yapılabilir.
Kaleye doğru yavaş yavaş tırmanırken ne kadar derme çatma yapı varsa kafe adı altında ören yerinin içine yerleştirildiğini görüyoruz.
Böyle bir yerin başkalarının elinde olsa ne şartlarda tanıtılıp, ne şartlarda işletileceğini söylemek istemiyorum.
Her şeye rağmen Hasankeyf’te olmak çok güzel.
Sayısı yüzleri bulan mağaraların içine girerek dışarıda olan biteni izliyoruz. Mağaraların içi tuvalet olarak kullanıldığından fazla kalamıyoruz.
Yukarı doğru tırmandıkça sıcaklık ve terimiz artıyor. Güneşin altında ilerlerken az sonra göreceklerimizden habersiziz.
Dicle nehrinin hayat verdiği Hasankeyf’in eşsiz ve defalarca farklı kaynaklarda gördüğümüz manzarasına canlı canlı şahit oluyoruz. Meşhur köprüyü de gördükten sonra Hasankeyf’te olduğumuza bu kez inanıyoruz. Sürekli fotoğraf çekerek ilerliyoruz.
Taş atmak yasaktır tabelasının bulunduğu parmaklıklardan aşağıya bakınca Dicle nehri kıyısında kurulan seyyar kafeleri fark ediyoruz. Mevsimlik olarak kurulan bu gölgelik kafeler insanların yeme, içme gibi ihtiyaçlarını karşılarken; yemek yerken ya da bir şeyler içerken ayaklarının Dicle sularında olmasını sağlar olmuş. Sular yükselene kadar da bu kıyılarda kurulu halde duruyorlarmış. Bizde gezimizin sonunda orada yemek yiyeceğiz.
Dicle Nehri’ne ve karşıdaki Akkoyunlu Zeynel Bey Türbesi’ne baktıktan sonra kalenin yukarılarına doğru çıkıyoruz.
Bir yandan böyle bir yerin nasıl sular altında bırakılmak istendiğini düşünüyorum içten içe…
Sayısız savaşa ve yağmaya maruz kalan Hasankeyf’te tarihi eserler oldukça yıpranmış.
İnsanların vurdumduymazlığı ve sahipsizlikle beraber sinir krizi geçirtecek görüntüler ortaya çıkmış. Sprey boyayla yazılmış tarihi kalıntılar ve üstleri çizilmiş, yıkılmak üzere olan ve seyyar tuvalet haline gelmiş taş parçaları.
Kültür ve Turizm Bakanlığı görevini girişe derme çatma bir kulübe koyarak yaptığını sanıyor ama buranın ilgiye bakıma ihtiyacı var.
TARİHİ BİLİNMİYOR
Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ndeki birçok tarihi alan gibi maalesef Hasankeyf’in de geçmişine dair net bilgiler mevcut değil.
Kale ya da hisar anlamına gelen “Hısn” kelimesinin cumhuriyetin ilanı ile beraber fonetiğe uygun hale getirilip Hasan’a dönüştürülmesi ile Hasankeyf olmuş yörenin adı. Hasankeyf Gercüş’e bağlı bir belde iken Batman’ın il olmasıyla Batman’a bağlı ilçe haline getirilmiş.
Hasankeyf tarihinin ulaşılabilen en eski döneminde ise Süryani Başpsikoposluğu’nu barındıran bir kent olduğu belirtiliyor. Özellikle coğrafi koşulların elverişliliği, Dicle Nehri, çevredeki işlenebilir mağara sayısının fazla olması ve askeri açıdan uygun koşulların verdiği imkânlarla “Hısn Kayfa” birçok göç dalgasının durakladığı nokta olmuş.
Abbasiler döneminde İslam ordularının, Malazgirt’in ardından da Türklerin eline geçen Hasankeyf birçok destan ve hikâyeye de konu olmuş.
Bunlardan en önemlisi gündemi meşgul eden Kürt açılımı ile ilgili konuşmalar sürerken Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün de söylediği Mem ve Zin hikâyesi…
Kürtlerin kavuşamayan aşıkları olan Mem ve Zin’in yaşanmışlıklarının çeşitli kaynaklara göre Hasankeyf’te yaşandığı belirtiliyor. Uğruna film çekilen ve bölgede hatırı sayılı bir bilinirliğe sahip bu aşk hikâyesinin bu coğrafyada geçip geçmediği bilinmez ancak Hasankeyf aşkın yaşanabileceği en romantik mekanlardan biri olur kuşkusuz!
Adımlarımı her attığımda yaşadığım tüyler ürpertici duygu Hasankeyf’te yaşadığım ilkleri aklıma getirerek beni mutlu ediyor.
İÇLER ACISI ULU CAMİ
Artuklulardan kalan ve insan eliyle talan edilmiş Ulu Cami’yi gördükten sonra tarihi mezarların yanına gidiyoruz.
Ziyaretçilerin başıboşluğu ve denetimsizlikle açık hava tuvaleti ve mesaj panosuna dönüşmüş bu alan resmen içimi acıtıyor.
İnsanların duyarsızlıklarına anlam verememekle beraber yapılanları içime sindiremiyorum. İnsanlar bu kadar insafsız nasıl olabilirler, anlayamıyorum.
Türkiye’nin turizm değerleri ile ciddi sorunları var.
Sıcak hava ve acıkan karnımızla beraber daha fazla rezil görüntüye tahammül edemememizin de etkisiyle aşağıya iniyoruz. Sadece minaresi ayakta kalan caminin yanından Dicle kıyısında bizi bekleyen Kerem Bey’in yanına gidiyoruz. Ayaklarımızı Dicle’nin serin suyuna sokarak kavurma yiyoruz.
Dicle’de serinlemeye çalışan ve akıntı ile oradan oraya sürüklenen çocuklara gülerek yemek yemenin keyfi başka. Bir coğrafyaya hayat veren bu su çevresinde nice olaylar yaşanmış.
Türkiye ile sınırlı kalmayıp Irak’a ulaşan bu suyun nelere şehit olduğunu düşünerek zaman geçiyor. Birkaç buzdolabı süsü almak için alanın çıkışına yöneliyoruz.
Sıcak altında birçok “ilki” yaşadığım Hasankeyf beni duygusal anlamda büyülüyor. Buraya gelip, burayı hissetmenin ve deneyimlemenin ne kadar anlamlı ve güzel olduğunu özellikle de pişman olmadığımı anlayınca seviniyorum.
Beni yalnız bırakmayan dostuma teşekkür etmeyi de unutmuyorum haliyle…
Hasankeyf bir günü uğurlarken bizler Batman’a doğru yorulmuş bir vaziyette dönüyoruz.
Ülkemizin üzerinde bulundurduğu turizm değerlerine sahip çıkması dileğiyle…