Gereksiz gerginlik ve sınırda yaşadığımız sinir harbinin üzerinden çok geçmeden, kalkmasına kısa bir süre kalan feribota biniyoruz.
Hedefimizde Türklerin Sisam dediği Samos adası var. En son benzer bir feribot yolculuğuyla gittiğimiz Sakız’da vapurdan bozma teneke yığınında yaşadığımız çileli seyahate göre Sisam biraz daha konforluymuş gibi geliyor.
Zira feribotun koltukları daha rahat ve geniş. En azından uyuyabiliriz diye düşünürken, çok çok az önce yaşadığımız sinir harbinin etkisiyle baş ağrısından kıvranıyorum. Telefon henüz çekerken babamı arayarak eve dönüşte Eren’lerin kaldığı yere uğrayarak kapıyı açtırmasını, Eren’in kimliğini, onun tarif ettiği yerden alarak bizi bir sonraki günün dönüşünde mutlaka kimlikle birlikte karşılaması gerektiğini izah ediyorum.
Baş ağrısıyla karışık soğuk ter döküyorum. O arada Eren kaldığı yerin görevlisine telefonla ulaşarak babamın gelip, kimliğini alacağını ve kapıyı açmalarını söylüyor. Telefondaki kadının gerekli gereksiz sorularıyla iyice gerilirken, her birimizin kafasında bu tip bir olumsuzlukla başlayan seyahatin devamında ve sonunda bizi ne gibi sürprizlerin beklediği sorusu yer alıyor tahminimce.
Negatif enerjiyi Kuşadası’nda Evrim’in birkaç cümlesiyle kafama yerleştirdikten sonra ardı ardına sıralanan olaylar keyif alacağım güzel seyahati şimdilik gölgeleyip beni saçma sapan düşüncelere savuruyor. Her şeye rağmen kendini ifade etmeye çalışan Eren’in yanı sıra mide sorunlarıyla uğraşan Evrim’e göz kulak olmaya çalışıyorum elimden geldiğince.
Elimde ıslak mendil ve sakızla takviye olmaya çalıştığım Evrim, en iyi formülün adaya ulaşana dek uyumak olduğuna kanaat getirince, içimdeki sıkıntıyı laf sokmalarla çıkartıp rahatlamanın en iyi yol olduğuna kanaat getiriyorum. Bu durumu Eren’in ne kadar taktığı tartışmalı da olsa susmak yerine konuşarak rahatlamak çok daha mantıklı en azından şimdilik…
Onca lafın ve açıklamanın tam ortasında babamın kimliğe ulaştığı haberini alınca biraz olsun rahatlıyoruz. Önümüzde kafamızı çelen bir başka soru anında beliriyor: Polisin dediği gibi pasaportun yanında Türkiye Cumhuriyeti kimliği bizim Türkiye’ye girişimize yetecek mi?
Dışişleri Bakanlığı’nın sitesinde ve forumlarda yazan sorulara bakarak kafamızdaki soruya yanıt ararken, tam bir yanıta ulaşamıyoruz. Nasıl olsa çıkmaya karar verdik diyerek bütün olabilecek ihtimalleri dönüşe saklamayı tercih ediyoruz hemen…
Adaya yanaşıyoruz
Türklerin klasik davranışlarından biri olan aceleciliğin bir başka örneğini henüz limana yanaşmayan feribotta çılgınlar gibi çıkışa yönelen kitleye bakarak görüyoruz. Yangından mal kaçırırcasına bavullarına saldıran hemşehrilerimiz bir an önce pasaport kuyruğuna girerek 5 dakika daha fazla adada kalma çabasına girişiyor anladığım kadarıyla.
Bütün bunlar yaşanırken biz çok da istifimizi bozmuyoruz. Evrim’in hastalıklı bünyesi alkol kelimesine bile tahammül etmezken, gözlerini ancak adaya yanaşmamızla beraber açıyor. Kalabalığın feribotu terk etmesi üzerine bizler de çantalarımızı alarak kuyruğa yöneliyoruz. Yunan gümrük memurlarından birinin “European Passports” anonsu ile Eren ve Evrim’le yollarımızı ayırıyoruz. Ben daha kalabalık olan “others” bölümünde beklerken onlar görece daha rahat ve az kişinin olduğu Avrupalı bölümünden Yunanistan sınırlarına giriş yapıyorlar.
Otelimiz
Ben kalabalıkla meşgul olurken sonradan öğreniyorum ki isimleri ve tipleri Türk’e benzediğinden -zaten Türkler- Yunan gümrük görevlisinin birkaç kez evirip çevirip Fransız pasaportlarına baktığı Eren ve Evrim’e adeta kaçak gözüyle bakılmış. Her şeyleri eksiksiz ve belgeleri tam olunca bu kez bavulları açılarak kontrol edilmiş.
Tüm kuyruğun ardından pasaport işlemimin bitmesiyle beraber beni çıkışta bekleyen kardeşlerin yanına geliyorum. Daha önceden rezervasyon yaptırdığımız aracımız limana kadar getirilmiş. Elinde “Ahmet Buğra” yazısıyla bekleyen görevli kızın peşine takılarak Kia Picanto arabamızın yanına gidiyoruz.
Gösteriş ve marka merakını hiçbir yerde saklamayan Eren’i mutlu etmeyen arabaya belgeleri imzaladıktan sonra kurulup otelin yolunu tutuyoruz. Debriyajı ölmüş Kia ile dar ve dolambaçlı sokakları aşarken, bir gece iki günlük seyahatin ilk adımlarında birbirimizi tanıma mücadelesini bir kez daha başlatıyoruz.
Arabanın deniz manzarası olan tarafına yönelen Evrim arkada otururken, co-pilot koltuğunda yer alan Eren sürekli olarak radyo kanalları arasında dolaşarak tansiyonumuzu yükseltiyor. O sokak mıydı, yoksa bu yokuş muydu diyerek sonunda ulaştığımız otelin manzarası şimdilik internetten gördüğümüzle aynı gibiyken asıl merakımız 70 TL’ye üç kişi kalacağımız otelin odalarının fotoğraflarla aynı olup olmadığı…
Kısa bir arayışın ardından sorarak ulaştığımız otele eşyalarımızla tırmanıyoruz. Bakıma girdiği her halinden belli olan otelde resepsiyonda yer alan güleç yüzlü kız odanın henüz boşaltılmadığını ve bir süre beklememiz gerektiğini söylüyor.
Sosyal medya telaşı
Gittiğimiz hemen hemen her mekanda wireless şifresi sorma görevini sessizce bana devreden Eren’in çabasıyla şifreyi bir kez daha yine ben soruyorum. Bekleme sürecimizi değerlendirecek olan internet şifremizle beraber deniz manzaralı terasta üç kişi bir koltuğa sıkışıyoruz. İlk izlenimlerimizi birbirimizle paylaştıktan sonra sosyal medya analizleri, fotoğraf çekimleri ve yer bildirimleriyle tatilin ilk aşamasının ilk etkilerini yaratıyoruz.
Ben manzarayı izlemeye koyulurken Evrim Facebook’tan yer bildirimini hallediyor, Eren ise her zaman olduğu gibi InstaMessage’a göz gezdiriyor. Birkaç fotoğraf çekiminin ardından Eren ve Evrim’in kuzeni Kemal’in hangi paylaşımı hangi saniye beğeneceği tahminimi yapıyorum. Neyse ki Kemal beni şaşırtıyor. Normalde Eren’in her paylaşımını anı anına beğenen Kemal, Evrim’in İzmir’e geldiği dakikadan itibaren sosyal medyada etkisiz elamanı oynuyor.
Evrim’le sohbet ede ede birbirimizi tanımaya çalışırken, odamızın hazır olduğu bilgisi geliyor. Yemek salonunun hemen dibinde yer alan odaya geçip siesta vakti diyoruz. Bizi olumsuz anlamda şaşırtmayan odada ilk iş olarak yatak kapma mücadelesi başlıyor. Çift kişilik yatağa geçmeye kalkan Eren’i engelleyip Evrim’i çift kişilik yatağa yönlendirince Eren küplere biniyor. “Sen nasıl karar verirsin” çıkışıyla öfkelenen Eren’e bizi yeterince gerdiğini bu seçimde söz hakkı olmadığını gülümseyerek söyleyerek iyiden iyiye uyuz ediyorum. Sonunda razı olan Eren çocuk yatağında yatıyor. Evrim çift kişilik yatakta yayılırken, ben duvar dibindeki tek kişilik yatakta dinlenmeye çekiliyorum.
Önümüzde uzun bir gece var. Birkaç saatlik uykunun ardından planladığımız üzere önce Kokkari’ye gidip denize gireceğiz, akşama ise Karlovasi’de Savvas ile buluşup onun önereceği mekanda gece gezmesi yapacağız…
Yazının ilk bölümü: Yalandan Seyahat
Yazının ikinci bölümü: Sisam’da siesta
Yazının üçüncü bölümü: Kokkari ve Potami
Yazının dördüncü bölümü: Bilekliği unutturan gece
Yazının beşinci bölümü: Pisagor mu, Pitagor mu?
Yazının altıncı bölümü: Bir devri kapattık
maceralı olmuş… beni ektiniz diyordum. şimdi iyi ki gitmemişim diye dua ediyorum. mücadele etmekten yoruldum. bir de sizin için kapışacaktım. ama yine de sizinle birlikte olmanın ayrıcalığını tatmak isterdik Gülseren eyice ile birlikte… yazının devamını merakla bekliyorum… arkası yarın gibi bir şey oldu…