Amerika Birleşik Devletleri’nin güneyinde, Teksas eyaletinin sahil şehri, donanma ve denizciliğin merkezi, “İsa’nın vücudu” olarak anılan Corpus Christi; Meksika Körfezi kıyısında, ekvatoral iklimin etkileriyle tam bir tatil merkezine dönüşmüş. 300 binlik nüfusu ile Teksaslıların yaz aylarında sıkça uğradığı bir kent olmasının yanında şehir merkezinde çok da insan rastlanılmayan bir görüntüyle oldukça şaşırtıyor beni. İlk okyanus deneyimim olması açısından ilklerimde önemli bir yere ismini yazdıran Corpus Christi, Kuzey Atlas Okyanusu’nun sıcak suları ile akıntılardan çokça uzakta sakin yaşamına devam ediyor.
San Antonio ile arasında 230 kilometre gibi bir mesafe olan şehre ulaşmak için Interstate 37 adlı devlet yolunu kullanıyoruz. Amerikan karayollarının özelliklerini bu yolda da görmek mümkün. Sıkça karşımıza çıkan benzin istasyonlarının birçoğu fast food ve alışveriş merkezine dönüşmüş durumda. Olabildiğince geniş düzlükler ve el değmemiş araziler arasından Amerika’nın en güneyine doğru maceramız devam ediyor. Corpus ile ilgili merakım ve görme isteğimi kırmayan Meksikalı arkadaşım Luis hem şoförlük hem de rehberlik ediyor bana. En son lise yıllarında şehri gezmeye geldiğini söyleyen Luis, bu gezinin kendisi için de güzel bir fırsat olacağını ima ettiğinde en çok ben mutlu olmuştum haliyle.
Hafif bir iç geçirmenin ardından Luis’in seslenmesiyle gözlerimi açıyorum. River Center’dan aldığım İnka müzik cd’si öyle bir uyku etkisi yapıyor ki, arabada cd’yi taktığımız ilk andan itibaren bir uyku hali var üzerimde. Dönüşte cd’yi kesinlikle dinlemeyeceğiz diyorum. Şoför de uyursa kötü sonuçlar ortaya çıkabilir. Şehre adımımızı atmış olmamıza rağmen birkaç arabadan başka ne bir hereket ne de bir insan görüntüsü var. Yaklaşık 300 bin civarında olduğunu öğrendiğim nüfusuyla şehrin bu derece sessiz olması oldukça şaşırtıcı. Kaldı ki henüz sezon kapanmış değil. Sanırım Amerikalılar başka kentlerde tatil yapıyorlar. Gerçi onlar için yaşadıkları şehirlerdeki su parkları fazlasıyla yeterli oluyor. Bir de o yoğun tempoda kalkıp başka bir şehre tatil yapmaya ne vakit ne de para ayırırlar…
Küçük bir yol unutmasının hemen sonrasında yolumuzu tekrardan buluyoruz. Şehir için bir anıt sayılan Corpus Christi Köprüsü’nden bir şerit tamirat nedeniyle kapatıldığından yavaş yavaş ilerleyerek geçiyoruz. Köprü üflesek yıkılacak gibi görünüyor. 1959 yılında inşa edilen bu köprü tahminimce o yıllardan beri çok bakım görmemiş. Ne estetik bir kaygıyla yapılmış ne de bir özen gösterilmiş. İri bir metal yığınından korkulu gözlerle geçtikten sonra dev savaş gemisi USS Lexington’un yanına, bulduğumuz gölgeye arabamızı park ediyoruz. Yoğun güneş ve içimdeki okyanusa dokunma sevdasıyla beraber müzelere gitmeden önce plaja koşturuyoruz. Büyük bir heyecanla okyanusun sıcak suyuna dokunduktan sonra okyanus suyunun çok da temiz olmadığını görünce hevesim kursağımda kalıyor. Neyse, en azından artık okyanus suyuna dokunmuşluğum var diyerek kendimi telkin ediyorum. Dünyalar benim oldu sanki!
USS Lexington Gemi Müzesi
Mavi boyalı olduğundan 2.Dünya Savaşı yıllarında ismi “Mavi Hayalet” olarak anılan gemi 1991 yılına kadar Amerikan ordusunda faaliyetlerini sürdürdükten sonra müze yapılması amacıyla sivil güçlere bağışlanmış. Amerika’nın birçok eyaleti ve şehrinde bulunan benzer gemiler gibi ziyaretçilerin gezebilmesi amacıyla müze gemi biçiminde elden geçirilerek turistlerin beğenisine sunulmuş. Amerikan tarihinde önemli bir yerde ismini muhafaza eden Pearl Harbour baskınının gerçekleştiği dönemde de gemi ABD çıkarlarına uygun olarak Japonya’ya karşı kullanılmış.
Dev Amerikan bayraklarının dalgalandığı gemi, kendi içinde oluşturulan 5 gezi rotasıyla ziyaretçilerinin kaybolmadan sorunsuzca gezmesine uygun biçimde tasarlanmış. Bu gezi rotalarından önce geminin güvertesine çıkarak yakıcı güneş altında Corpus Christi Köprüsü’ne bakıyoruz. Karşımızda sessiz şehir güneş altında parıldarken bizler güvertede parlayan savaş uçaklarını incelemeye koyuluyoruz. Bizim gibi gemiyi dolaşan birkaç kişi ile dikkatli biçimde uçakları süzüyoruz.
Hayalet şehir sözcüğüne tamı tamına uygun olan Corpus Christi’deki bu sessizlik beni fazlasıyla rahatsız ediyor. Geminin kıç bölümündeki bayrağın altından bir nebze olsun hareketi yakalamak için baktığımız şehirden maalesef ki bir hareket hala yok!
Kaptan köşkü ve mürettebatların kaldığı, personele özel olan kamaraları kısaca turladıktan sonra görevlilere hizmet veren berber, yemekhane, diş hekimliği muayene odası ve postaneyi görüyoruz. 2. Dünya Savaşı şartlarından bu yana aynı şekilde korunmayı başarmış bu alanlardaki her şey oldukça etkileyici. Savaş sırasında gönderilen fakat gemiden alıcılarına ulaştırılamayan mektuplar, postane gişesi ve mektup işleme rafları birebir biçimde duruyor.
Tam teşekküllü olarak hizmet veren röntgen, EKG, diyetisten, eczane ve ameliyat odaları ile biyokimya laboratuarları görülmeye değer. Kutsal imgeler ise unutulmamış. İnananlar için ibadet yeri olarak tasarlanmış minyatür kilise ve sinagog gemi içinde ayrı bir bölmede anılarıyla duruyor.
Geminin giriş kısmının altında yer alan bu salonları gezerken zaman zaman içimiz ürperiyor. Geçmişteki yaşanmışlıkları temsil eden birçok objenin fotoğrafları ile beraber gözler önüne serilmesi beni birkaç defa ürkütmeyi başarıyor. Siyah beyaz fotoğraflar, üzerindeki karakterler ve özellikle tıbbi malzemelerin görünürlüğü ortamla birleştiğinde savaş filmlerindeki gerilimli sahneleri hatırlatıyor.
Gemideki beş farklı rotayı izleyerek gezdiğimiz bu noktalarla beraber gemi yaşantısının zorlukları ve metal ile birleşen rutubetli ağır havayı fazlasıyla soluduğumuzu düşünerek Teksas Devlet Akvaryumu’na doğru adımlarımızı sıklaştırıyoruz.
Teksas Devlet Akvaryumu
Amerika Birleşik Devletleri’ne diğer tüm eyaletlere göre farklı bir kanunla bağlanan Teksas Devleti herhangi bir referandumla alınacak kararla ABD’den ayrılma özgürlüğüne sahip tek eyalet olma özelliğini taşıyormuş. Teksaslılar Amerika’nın en milliyetçi milleti olarak tanınırlarken; fast food yemek tüketiminden büyük keyif alan Amerikalıların genel olarak tercih ettiği Mc Donald’s ‘a dahi uğramıyor, kendi ulusal (Teksas) markaları olan What A Burger’dan yemek yemeyi tercih ediyorlar. Bu derece milliyetçi olarak gözümüze çarpan Teksas’ta birçok turistik işletmede Amerika’dan ziyade Teksas markası ve ismi ön planda. Teksas Devlet Akvaryumu’da isminden anlaşılacağı üzere Teksas Devleti’nin en büyük övünç kaynaklarından biri.
Mavi rengin değişik tonları ile bezeli, gayet keyifli tasarımı ile insana huzur veren akvaryum girişi okyanus kıyısındaki bu kentin müzecilik alanındaki en önemli merkezi. Yunusların şovunu izlemek üzere oturduğumuz tribünlerde dünyanın neresinde olursa olsun hoşlanmadığım bu eziyeti çok fazla gülümseyemeden izledim. Binbir eziyetle komutların öğretildiği hayvanlar, sınırlandıkları bu alanda izleyicileri memnun etmek için şov yapıyorlar. Gerçi bu gösterinin yapıldığı mekana para vererek giren bir müşteri olarak ne kadar konuşmaya hakkım var bilmiyorum ama yine de hayvanların gösteri amaçlı eğitilmelerine karşıyım.
İzleyicilerin çığlıkları ve gösteride izleyicileri gaza getirmekle meşgul sunucunun garip tepkileri ile noktaladığımız gösterinin ardından denizatları, deniz kaplumbağaları ve tür tür deniz canlısının bulunduğu Amazon bölümüne girdik. Güney Amerika’da Amazon havzasında yaşayan canlıların korunduğu bölümde birbirinden değişik balıkla ışıkların etkisiyle sanki yüzüyormuş hissi ile karşılaşıyorsunuz. Televizyonlarda gördüğümüz pastel renklerdeki akvaryum balıkları da akvaryumlarında özgürce yüzüyorlar. Merdivenlerden aşağıya doğru ilerlediğimizde az önce şov yapan yunusların yüzdüğü havuzun dibine geldiğimizi farkediyorum. Su yüzeyinde şov yapan yunuslar suyun altında kendi hallerinde yüzerlerken onları bir süre oturduğumuz yerden izliyoruz. Bizden önce izlemeye koyulan iki kız ise yunuslara bakarak onları çizimlemeye çalışıyorlar.
Akvaryumun bahçesinde ise büyük korunaklı alanlarda yaşayan timsahlar ile devasa deniz kaplumbağaları yaşıyor. Savaş gemisine şöyle bir baktığımız bahçede kaplumbağa heykeli önünde fotoğraf çekilip bu kez çocukların zaman geçirmesi için hazırlanan oyun odasına giriyoruz. Oyun odası oldukça renkli ve ilgi çekici bir biçimde tasarlanmış. Onların boyama yaptığı minik sandalyelere oturup hayvan resimlerini boyayıp günün hatırası olarak saklıyorum. Son olarak terasa çıkıp dürbünle hayalet şehir Corpus’u izliyoruz…
Akvaryum gezimiz burada biterken Meksikalılar için çok ama çok önemli bir figür olan ünlü şarkıcı Selena Quintanilla Pérez’in menajeri tarafından vurulduğu şehir olmasından ötürü Corpus Christi’ye dikilen anıtını ziyaret ediyoruz.
Kariyerinde birçok başarıya imza atan şarkıcı, yasadışı işlerle meşgul olan menajerinin yaptıklarını fark ettikten sonra otel odasındaki tartışmalarının sonucunda menajeri tarafından silahla vurularak öldürülmüş. Öldürüldüğünde henüz 23 yaşında olan şarkıcı Amerika’nın yeni Madonnası olarak aday gösterilirken ölümüyle beraber Tüm Amerika kıtasında büyük törenler yapılmış. Ölümünün anısına Corpus Christi yat limanına dikilen anıtı hayranlarının ziyaretleri ile ilgi görürken ben de bu anıt önünde fotoğraf çekilerek Corpus Christi’ye veda vaktimin geldiğini anlıyorum. Güneş yavaş yavaş batmaya başlarken San Antonio’ya dönüş için tekrar yola koyuluyoruz.
Corpus Christi Amerika maceramda ilk kez okyanusla tanıştığım güzel bir anı olarak kalıyor zihnimde. Kim bilir bir daha ne zaman geleceğim bu şehre?