San Antonio nehrinin yolu değiştirilerek at nalı şeklinde bir düzende yapay olarak oluşturulan River Walk, yaz aylarında %80’lik nemiyle “nefes alamamanın” mümkün olduğu, şehir sokaklarının 2 kat altında yer alan, 2 metre derinliğinde ve 5 metre genişliğindeki kanalların, yürüyüş yollarının, barların ve kafelerin yan yana sıralandığı “nefes alma” merkezi…
Teksas eyaletinde Houston’dan sonra en büyük şehir olan San Antonio İngilizce’den çok İspanyolca’nın konuşulduğu ve Meksikalıların en çok yaşadığı şehir olmasından dolayı bu Hispanik nüfusun etkisi River Walk’un her yanında hissedilebiliyor. Latin Amerika kültürü müzik, dans, yeme-içme gibi her türlü aktivitede ilk sırada görülebiliyor.
İnsan eliyle turizm kenti yaratmak var olan turizm değerleriyle turizm kenti yaratamamaktan daha çok gayret ve emek isteyen bir iş olsa gerek. Onca turizm varlığı, tarihi geçmiş ve tarih olgusuna sahip olan ülkemiz bu alanda kendini geliştiremezken planlı, bilinçli ve hedefe uygun bir strateji ile turistik değere sahip olamayan kentlerin nasıl bir potansiyeli harekete geçirdiklerini San Antonio River Walk örneğinde bir kez daha görebiliyorum.
River Walk’a Giderken…
93 ya da 94 numaralı otobüsü bekliyoruz. Bu iki otobüs kaldığımız Maverick Creek Villas yani University of Texas San Antonio’dan şehir merkezine bizleri götürecek iki otobüs hattının numaraları.
Amerika Birleşik Devletleri’ndeki toplu ulaşım daha doğrusu toplu ulaşamama sistemine adapte olmuş durumdayız. İşimize yarayacak ve kullanabileceğimiz hemen hemen tüm otobüs hatlarının minik saat tablolarını evlerimize taşıdık. Saatte bir sefer yapan belediye otobüslerine göre bütün hayatımızı endekslediğimizden, belediye hangi otobüsü hangi saate koymuşsa o saat gündelik konuşmalarımızda bir kod gibi dilimizin üstünden kayıp gidiyor. Lafın gelişi 1.37 otobüsü ile gideceksek:
– Kaç var?
– 1.37, 2.48, 3.27…
– Tamam tamam. 1.37 ile gideriz, 8.29 ile döneriz.
Belirli bir süre sonra tüm otobüs hatları ile sık kullanacağımız saat dilimlerindeki sefer saatleri herkesin zihninde kodlanıyor. Şehrin sıcağı yeni çıkılan duşun soğukluğunu anında unuttururken, otobüs durağına kadar kavrulduktan sonra o yüksek ayarlı klimalı otobüsü beklemeye koyuluyoruz. Teksas’ın havasından mıdır bilinmez alışveriş merkezi, belediye otobüsü ve aklınıza gelebilecek tüm kapalı mekanlarda Alaska’yı andıran bir soğukluk ile karşılaşıyorsunuz. İnsanlar deli gibi buz tüketiyor, siz şaşırıp kalıyorsunuz. Dışarıda sıcaktan kavrulup yandıktan sonra belediye otobüsüne adımını attığınız an o soğuk hava sizi çarpıyor. İlk geldiğimiz günlerde zatürre olmamayı başarıp sonraki günlerde bağışık kazandığımızı düşünerek mutlu oluyoruz. Otobüste klimanın en az vurduğu yerleri en erken binerek kapmak çetin bir mücadele gerektiriyor. Bu mücadeleyi Türkler dışında yapan yok. Zaten Teksas’ın %73’ü obez. Çoğunun bu soğuğu fark ettiğini sanmıyorum bile.
Aylık otobüs kartımızı şoföre gösterip biniyoruz otobüse. Şoför kaç kişi kartla bindiyse o kadar kez önündeki düğmeye basıyor. Maksat istatistik çıkarmak…
Onca Türk hiç bilmediğimiz, cehennemin dibindeki bir ülkede yine kimsenin bilmediği bir şehirdeyiz. İnternet ve diğer yabancı arkadaşlarımızın bilgilerine güvenip gezi planları yapıyoruz. Herkesin diline sakız olan River Walk’a gidiyoruz.
Bindiğimiz duraktan 6-7 durak sonra indiğimiz şehir merkezinde turistik bir gezi grubu gibi sağı solu incele inceleye, fotoğraf çekile çekile ilerliyoruz. River Walk’un onca girişi var ki hangisinden girsek bilemez bir halde karşımıza ilk gelenden aşağıya iniveriyoruz. Caddenin ciddi bir mesafe kadar altında olan bu nehir şehir içinde nefes alınabilecek ender yerlerden. Sağlı sollu gezinti motorlarının geçtiği nehir İtalya’nın Venedik’inden esinlenilerek hazırlanmış. Gezi motorlarını yöneten kişiler ellerindeki mikrofonlarla bilgi veriyor, turistler ise sağa sola hızlı bir biçimde bakarak etrafı gözlemliyor. Suyun içinde yemek yeme telaşında olan ördek, kaz ve su canlıları ise yüzsüz yüzsüz insanların yüzleri bakıyorlar…
Üstümüzde akan trafiğin nehirle kesiştiği yerlerdeki köprülerin altlarından geçerken insanoğlunun atık mantığı ile sağa sola işemesinden mütevelli gelişen kokular zaman zaman rahatsız ediyor bizleri. Türkiye’yi hatırlayarak vatan hasretine son veriyoruz kısa da olsa bu kokuları çektikçe… Bol renkli, Meksika ve İspanyol kültürünü temsil eden onca kafe yan yana sıralanmış, içeriye girecek turistleri bekliyor. Her kafenin kapısında yerel kıyafetler ve müzikle turistleri içeriye buyur eden ayakçılar var. Yurtdışına çıkan Türklerin en büyük korkusu olan bizi kazıklayacaklar mı düşüncesi ise hepimizde birer parça mevcut. Hemen sözü devralarak, “biraz dolaşalım, fiyatları görelim öyle otururuz diyorum.” Tam o sırada bir hediyelik eşya dükkanı bulup içeriye dalıyoruz. Fiyatlar gayet pahalı. Ülkem dışındaki her kara parçasında her bir nesneden hediyelik eşya üretmeyi başarabilen zihinlere saygılarımı sunup keşke bizim ülkede de böyle üretimler yaptırabilseler diye düşünerek terk ediyorum dükkanı. River Walk’un kıyısında boş kalan bir banka az önce marketten aldığımız dondurmalarımızla oturuyoruz. Sağımızda turistlerin yoğun olarak geçtiği bir yaya yolu, solumuzda ise River Walk’un dinlendirici o suyu var.
Allah’ın özene bezene yarattığını düşündüğümüz Avrupa ırkına sahip olan vatandaşlar sağımızdan geçerken hayallere dalıyoruz. Nereden çıktık nereye geldik… Unutmadan hatırlatmakta yarar var River Walk’ta içilmesi gereken en önemli içecek Margarita. La Margarita olarak tabelalarda görebileceğiniz bu içecek tekiladan yapılan bir kokteyl. ABD’de 21 yaş alkol tüketebilmek için alt sınır olduğundan tipinize göre oturduğunuz mekanda kimlik göstermek zorunda kalabilirsiniz.
River Center
River Walk’un Margaritalarını kafelerinde bıraktıktan sonra River Center’a geçiyoruz.
River Center River Walk’tan da girişi olan ve şehir merkezinde bulunan en büyük alışveriş merkezi. Bizdeki çok katlı, içerisinde yeme-içme mekanları ile aklınıza gelebilecek her sektördeki mağazaları barındıran bu alışveriş merkezi, bizlerin sonradan sık sık uğrayacağı bir merkeze dönüşüyor. Amerika’da Allah’ın bile unuttuğu Teksas eyaletinde henüz Türklerle karşılaşmamışken River Center’da yürüdüğümüz alanlarda açılan kiralık standların her birinin Türkler ve Bangladeşlilerin elinde olduğunu çok geçmeden farkediyoruz. Bağıra bağıra Türkçe konuşan bir kişinin olduğu takı standının önünde salağa yatarak arkadaşımla konuştuğum Türkçe diyalog üzerine stanttaki görevlinin dikkatini çekiyorum. Birçoğu üniversite ya da yüksek lisans yapmak üzere San Antonio’ya gelen Türkler bu tür alışveriş merkezlerinde günlük belirli meblağlar karşılığında standlarda çalışıyorlarmış.
Yiyecek katının büyük çoğunluğu ise uzak doğuluların egemenliğinde. Tavuğun her türlü sosla satıldığı bu katta, kürdanlara batırılmış denemelik lezzetler dükkanların içinden “hıyaaaa huyoooo” şeklinde bağıran çekik gözlü vatandaşların elinden ağzınıza uzanıyor. Sırayla tüm dükkanlardaki tatları deneyen ben, hiçbirini beğenmemiş taklidi yaparak Yunan dükkanının önünde duruyorum. Bizdeki dürümün Amerika versiyonu olan “wrap” buradaki en büyük favorim!
Angus ya da tavuk olarak alabileceğim wrapımı yedikten sonra River Walk’un River Center’la buluştuğu noktada hayallere dalmak için oturuyoruz. Arkadan gelen İnka müzikleri ise yine biz neredeyiz sorusunu kendi kendimize sormamızı sağlıyor:
Amerika’ya neden geldik, burada ye yapıyoruz, 3 ay nasıl geçecek?
Türkiye’ye dönmeden önce daha nice Amerikan yerlerini ziyaret edip, keşif yapacağız…